Arkadaşlar yorumlarınız için teşekkürler. Hikaye aynen devam ediyor. Az kaldı aslında. 13. Bölümü paylaştıktan sonra hikayeye olan ilginin arttığını fark ettim ve hemen 14. bölümü yazayım dedim. İşte 14. Bölüm umarım beğenirsiniz. İyi okumalar.
Bölüm 14
Sabah uyandığımda olanların rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu anımsamaya çalıştım. Gerçek olduğunu anlamam uzun sürmüştü. Eskiden gördüğüm görülerin yerini şimdi tekrardan başka görüler doldurmaya başlamıştı. Bana faydası olmayan sadece dikkatimi bozan bu görüntüler bana bir bilgi bile vermiyordu. Sadece Carter’la yaşadığımız maceraları hatırlıyordum. Ölümünden sonra aklım bunlarla dolmuştu.
Yatakta doğrulup başımı ellerimin arasına alarak bir müddet oturdum. Bu savaş ve kaybettiklerim beni öldürüyordu. Savaş stratejileri, planları düşünmek istemiyordum artık. Tek istediğim huzurdu.
Ayağa kalkıp içi su dolu kova ile yüzümü yıkadım. Daha sonra Carter’ın gizli odasından yukarı çıkarak kulübenin ana odasına geldim. Dışarı çıktım ve diğerlerinin çalışma yaptığını gördüm. Onlarda sevdiklerini kaybetmişlerdi. Onlar da yorulmuştu. Onların da tek istedikleri huzurdu. Onlar için savaşmalıydım. Bu savaşta tek başıma olsaydım savaşı bırakır ve tek başıma yaşardım. Fakat onları bırakamazdım.
“Günaydın.” Tatlı bir gülümsemeyle Lynda yanıma geldi. Gülümsüyordu fakat gözlerinde Carter için ne kadar üzüldüğünü görebiliyordum. Yine de Lynda güçlü biriydi. Üzüntüsünü saklayabiliyordu.
“Günaydın Lynda.”
Bir şeyler yedikten sonra zırhımı giydim. Kılıcımı kuşandım ve tekrar dışarı çıktım. Grup toplanmış ve beni bekliyordu. Eduan ve Glow bir şeyler hakkında konuşurken yanlarına geldim. Fuador bu sırada kılıcını test ediyordu.
“Bugün son savaşımızı vereceğiz.” Grup ciddiyetini topladı ve dinlemeye başladı. Lynda sağımda durarak dikkatle beni izledi.
“Ejderhayı birçok Pigman’in işini bitirirken izledik. Portalın yıkıldığına dair bir şey bilmiyoruz dolayısıyla hala orada mı diye kontrol etmeliyiz. Kalan Pigmanleri ise kılıçtan geçirmemiz şart.” Herkes başıyla onayladı ve zırhlarını giydi. Konuşmayı yaparken son savaşımız demiştim. Fakat bundan ben bile emin değilim.
Yolda Fuador’un hikâyesini detaylı bir biçimde dinledim. Hikâyesini anlattıktan sonra benim ne kadar iyi bir lider olduğumu ve benimle her savaşa girebileceğini söyledi. Ben bile kendime bu kadar güvenmezken onun bana bu kadar çok güvenmesi beni korkutuyordu. Herkesin bana olan güveninin tam olması ve benim onları hayal kırıklığına uğratabilecek olmam dayanılmaz bir ağırlık veriyordu bana.
Eduan ve Glow önde yürürken Fuador ve ben arkadan yürüyorduk. Lynda ortamızda ilerliyordu ve yalnız kalmak istiyordu. Zamana ihtiyacı vardı.
Dağın olduğu yere geldiğimizde yavaşladık. Ağaçların arasından yavaşça ilerleyerek girişlere baktık. Ordu tekrar düzen sağlamıştı ve bölgelerini korumaya almışlardı. Altın kılıçlı ve kırmızı zırhlı bir sürü Pigman düzenli bir sıraya girmişti.
“Anlaşılan Portal henüz kapanmamış.” Arkadan gelen sesleri duydum ve herkese susmaları için işaret ettim. Çalılar bizi gizlerken bir grup Pigman savaşçısı yakınımızdan geçti. Yanlarında bir adam taşıyorlardı.
Adamın elleri bağlıydı. Üstünde siyah Obsidian bir zırh vardı. Ön tarafta gruba liderlik eden Pigman elmastan yapılma parlak bir kılıç taşıyordu. Adamın yüzünü bir anlığına gördüm. Beyazlamış saçları uzundu. Yüzünde derin bir yara izi vardı. Baygın gibiydi.
“Rovenn…” Lynda’ya döndüğümde onun da en az benim kadar şaşırdığını gördüm. Bu kadar çabuk güçten düşmemeliydi. Ordusu dağılmıştı. Fakat bu hale gelmesi…
Son kez grubun arkasından bakarken adamın gözleri açıktı ve bana bakıyordu. Rovenn’in eski gülümsemesi yüzüne geldi ve gözleri mor bir ışıkla parladı. Daha sonra tekrar başını öne eydi ve Pigman grubu ile birlikte ana girişten içeri girdi. Gruba döndüm.
“Rovenn. Bir şeyler planlıyor.” Lynda korkuyla girişe baktı. Pigmanler artık gözükmüyordu. Sadece girişi koruyan bir grup Pigman vardı. Ve bir de devriyeleri. Eduan bana baktı.
“Ravon da kim?” Girişe baktım ve iç geçirdim. İşler yine karışacaktı.
“Bunu sonra konuşuruz. Glow, Lynda girişteki Pigmanleri indirin.” İkisi de onaylayarak yaylarını gerdiler. Önde duran iki tane Pigman yere düşünce arkadaşları hareketlenerek ileri çıktı. Umarım başkaları fark etmez diye geçirdim içimden. Diğer Pigmanler için bulunduğumuz çalılığa doğru yaklaşınca çalılıktan fırladım. Fuador ve Eduan’da benimle beraber fırladı.
Ölen Pigmanleri hızla çalılara sakladık ve içeri girdik. Dar koridorlar meşale ışıklarıyla aydınlanmıştı. Duvarların arasında ki yosunlar ve hava da ki nem giderek değişti ve yerini Nether taşlarına bıraktı. İlerlemeye devam ediyorduk ki Nether taşlarıyla sarılmış koridorun sonundan bir Pigman çıktı. Pigmanlere özgü olan kıkırdama şeklinde ki gülüşünü yaptı ve duvara bir yumruk attı. İlk başta ne yaptığını anlamadım fakat anlamam uzun sürmedi. Bir butona basmıştı.
“Geri dönün!” diye bağırdım fakat geç kalmıştık. İki tarafımıza da pistonlu bir devre kurulmuştu ve iki tarafımızdan da duvarlar kapandı. Daha sonra altımızda ki zemin ayrıldı ve aşağıya düşmeye başladık.
Bir suya çakıldık ve yüzerek su yüzeyine çıktık. Su dolu yerin köşesine yüzmeye başladım ki bir anda etraf aydınlandı ve bir Pigman grubu daha ortaya çıktı. Hemen zemine çıkıp kılıcımı çektim. Fakat çok fazla Pigman vardı. Savaşmaya çalışsam da işe yaramadı. Islaktım, üşümüştüm ve kılıcımı yeterince iyi savuramayacak kadar dikkatsizdim. Bir Pigman elinde kalın bir demirle çıktı ve kafama bir darbe aldım.
Carter eski bir masanın üstünde duran kalın kitaba doğru meşalesini tuttu. Kitabın tozlu kapağını sildi ve yazanları okudu.
“Hilaran’ın Günlüğü” Carter bana baktı ve yanına gelmemi istedi. Yanına gittim ve kitaba baktım. Carter gülerek bana baktı.
“Bu inanılmaz Oquaro! Bu adam yüzlerce sene önce yaşamış olmalı. Şu kitaba baksana!” Carter daha genç görünüyordu. Kitabı açtı ve yazıları sessizce okudu. Daha sonra kafasını kaldırıp tekrar bana baktı.
“Bir büyücüymüş. Bu müthiş. Birçok sırrı çözdüğünü iddia ediyor.” Okumaya devam etti. Birkaç sayfa atladı. Daha sonra hırsla başka sayfalara geçti. Bir yandan okuyor diğer yandan anlatıyordu.
“Bir tabletten bahsediyor. Yaratıkları kontrol edebileceğinden falan filan. Nerede bulunduğunu yazmıyor fakat.” Gözleri büyüdü ve birkaç sayfa daha geçti. “Bir dakika.” Yüzünde oldukça şaşırmış bir ifade vardı. Kitabın son sayfasına geldi. Son sayfalar boştu. Kitap sadece yarısına kadar doldurulabilmişti. Ortaları açtı ve okudu. Daha sonra korkuyla kitabı kapadı ve kitaptan uzaklaştı.
“Oquaro. Buradan gitmeliyiz.” Ona bir şey sordum fakat ne dediğimi anlamadım. Ama Carter anlamıştı.
“İblis, Oquaro. Tekrar kitaba doğru ilerledi ve gösterdi. “Bak. Burada bir iblisin nasıl çağırılacağından ve Nether adlı bir evrenden bahsediyor.” Birkaç sayfa ilerledi ve tekrar gösterdi. “Burada ise İblis’i çağırdığını ve İblis’e itaat ettiğini söylüyor.” Bana baktı. “Daha sonraki sayfalar boş.” Yer titremeye başladı. Çantasını ve eşyalarını hızla topladı. Devasa kitabı eline aldı.
“Hadi!” diye bağırdı ve hızla dışarı çıkmak için koşmaya başladık. Bir mağaradan dışarı çıktık. Ormana doğru koştuk. Geldiğimiz mağaranın aydınlandığını gördüm. Dağın şekli şu an içinde bulunduğum dağın aynısıydı. Carter omzuma dokundu ve beni çekti.