[Hikaye] Bazı şeyler değişmek üzere

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Daha önceden açtığım konu bazı kişiler tarafından flood yapılarak ve saygısızca yorumlar atarak kirletildi. Bu nedenle yöneticilerden konunun silinmesini istemiştim. Ben hikayemi yazarım isteyen okur isteyen okumaz. Okuyanlarda nasıl bulduysa ona göre yorum atar veya eleştirir. Okumadıysanız bir yorum yapmanızın anlamı olmadığı gibi gelipte "Okumadım, özet geç ,üşendim" gibi yorumlar atmanızında bir anlamı yoktur. Lütfen hikayemi iyi-kötü yorumların ki ben de hatamı telafi edeyim. İyi okumalar.

Bölüm 1
Soğuk bir geceydi.Karım ve oğlumla beraber tatile çıkmak üzere hava limanında kalkış zamanını bekliyorduk.Her şey yolunda gitmişti.Kalkış zamanı geldiğinde hazırlıklarımızı yaptık.Uçağa bindiğimde bir an duraksadım.Acaba gitmesek mi? Bu kadar hazırlık yapmışken geri döneceğimizi aileme söyleyemezdim herhalde.Koltuklarımıza geçtik.Kalkış normal bir şekilde gerçekleşti ve tatilimizi geçireceğimiz adaya doğru uçmaya başladık.Keyifli ve mutlu bir tatil.
Her şey aniden oldu.Uyuyordum ve bir anda uçak sarsılmaya başladı.Ne olduğunu anlayamamıştık.Uçağın tüm elektrik sistemi alt üst olmuştu ve düşüyorduk.Oğluma ve karıma sarıldım.Gözlerimi sımsıkı kapattım.Düşen bir uçağın sesi…Korkutucuydu.Ses gittikçe artıyordu.Ve birden…Sessizlik.
Gözlerimi açtığımda bir yeşillik gözümü kapladı.Kafamı yavaşça doğrulttum.Bir ormandaydım.Ayağa kalkıp etrafıma sakince baktım.Kimse yoktu.Yürümeye başladım.Nereye olduğunu bilmiyordum ama amacım karımı ve çocuğumu bulmaktı.Onları bulup bir çıkış arayacaktım.İlerlemeye devam ettim.Önümde yükselen tepeler dışında farklı bir şey göze çarpmıyordu.Arka taraftan yükselen duman dışında…
Koştum.Dumana doğru var gücümle koştum.Son bir tepe kalmıştı.İlerledim ve önümde ki dehşet manzarasının karşısında şaşkınlıkla kaldım.Ateşler köyün her yanını sarmış ve bütün evleri yakmıştı.Yükselen dumanların arasında birini gördüm.
“Hey! İyi misiniz?”Cevap gelmedi.
“Beni duyabiliyor musunuz?” Cevap yok.Yavaşça yaklaşmaya başladım.Yanmış tahta parçalarının arasından geçtim.
“İyi misiniz?” Yine cevap alamadım ve adamın üstüne yürüdüm.
“Size söylüyorum iyi mi-” Yerdeki kanı fark etmem uzun sürmüştü.Adam ölmüştü.Ama nasıl bir şey ise vahşice katledilmişti.Daha fazla dayanamayıp köyü aradım. ‘Kimse var mı?’ Her yere baktım.Yanmış ahşap evler,yerlerde kanlar ve… Ve sürüklenme izleri. İzleri takip edince izlerin köyün aşağısına doğru indiğini gördüm.Hala yaşayan insanlar olabilirdi.Yardıma ihtiyaçları vardı.Onlara yardım etmeliydim.

Bölüm 2
Akşam oluyordu.Yemelik iki üç elmadan başka bir şey bulamamıştım.Ev yıkıntılarından kendime küçük ama kullanışlı bir sığınak yaptım.Bir gece idare ederdi.Ertesi gün izleri takip etmeliydim.Arada küçük bir delikten dışarıya bakıyordum.Ay gökyüzünü sahip olduğu her şeyle aydınlatıyordu.Güzel bir geceydi.Belki de bütün bunlar olmasaydı karım ve oğlum beraber bir otel odasında geceyi geçiriyor olurduk.Ya da yemek yerdik.Mutlu olurduk.Fakat onları kaybettiğim düşüncesi her aklıma geldiğinde daha da kötü oluyordum.Köye saldıran kişiler onları da götürmüş olabilirdi.Bu düşünceler arasında tükenirken ileride birini gördüm.Biri sağ kalmış olabilir miydi? Kurtulan olabilir miydi? Ayağa kalkıp hızlı adımlarla ilerledim.Önümü tam göremiyordum ama karşımda ki kişiye attığım her adım onun hatlarını ortaya çıkarıyordu.Seslendim.

“Hey!İyi misiniz?”

Kafamın karışmasına neden olan bir cevap aldım.

“Uhhh…” Adam arkasını döndü.Artık yüzünü görebiliyordum.Olduğum yerde öylece kaldım.Adam bana doğru bir adım attı.Bir adım daha.Her adımında şaşkınlığım bir kat daha arttı.Adamın yüzünde büyük bir yarık vardı.Gözleri kanlı ve dehşet doluydu.Kan ve pislik içindeydi.Ağzı açık bir şekilde iniltiler çıkartarak bana doğru yaklaşıyordu.Ellerini bana doğru uzattı.Kanlar içinde ki tişörtü rüzgarda hafif bir şekilde dalgalanıyordu.Bu adam…ölüydü.

Arkamı dönerek geldiğim yöne doğru hızla koşmaya başladım.Adamın iniltileri gittikçe azalıyordu.Tam o sırada başka bir yandan bir inilti daha duydum.Bu da başka bir ölü olmalıydı.Sesin geldiği yana dönmeden koşmaya devam ettim.Bir başka ses daha.Ve bir başkası… Her yerdeydiler.Sanki tüm orman ve tüm köy çevresi onlarla dolmuştu.Bu şeyler nereden çıkıyordu? Köyü yakıp yıkan şeyler bunlar mıydı? Sorulardan hızla sıyrılarak bir kurtuluş yolu düşündüm.Ama yoktu.Burada bu şeyler tarafından ölecek gibiydim.Artık etrafımda beş ya da 6 tane ölü vardı.Beni sıkıştırmışlardı ve üstüme geliyorlardı.En önce yaklaşana bir tekme attım.Daha sonrakini de var gücümle ittirdim.Fakat hiçbir müdahale işe yaramıyordu.Her vuruşumu görmezden gelip üstüme geliyorlardı.Ve birden…

Bir ok önümde duran ölünün tam kafasına gelerek onu etkisiz bıraktı.Bir diğerini bacağından yere sapladı.Oklar ardı ardına yağarak tüm ölülerin işini bitiriyordu.Hepsi tek tek önüme yığıldı.Okların geldiği yöne baktığımda bir kız gördüm.Yaklaşık 18-19 yaşlarında olmalıydı.Üzerinde yeşil bir kamuflaj kıyafeti vardı.Kafasında bir koruyucu ve belinde bir kılıçla ufak bir tepenin üstünde duruyordu.Yanıma geldi.

“İyi misin?”

Kızın siyah dağınık saçları vardı.Yüzü kirli ve terliydi.Siyah gözleri ay ışığıyla sakin bir şekilde parlıyordu.Açık kalmış olan ağzımı bir şekilde kapatarak kendimi konuşmaya zorladım. “Teşekkür ederim.Bu şeyler…”

Yüzüne kibirli bir ifade verdi. “Zombiler.Yürüyen salaklardan farksızlar.Geceleri k*çınızı kollamalısınız bayım.Bu şekilde kolay yem olursunuz.”

Şaşkınlığım azalmıştı. “Uçak.Bindiğim uçak buraya düştü.Bu adaya.Eğer o uçağı gördüysen ya da orada ki insanları…Lütfen yardım et.”

Yayını sırtına yerleştirerek etrafa göz attı.“Evet o uçağı gördüm.Fazla uzakta değil fakat lanet şeyler işlerini hızlı yapıyorlar.”

Hevesle aklımdaki soruları döktüm.“Kim? Ne işi? Uçaktaki insanlara ne oldu? Kaçırıldılar mı? Yani…Bu köye olanlar gibi.Yoksa oradaki insanlarda mı…”

“Sakin olun bayım.Olabilirseniz olun hiç değilse.Bu kadar soruya bir anda cevap veremem.Olan şeyleri bizzat kendinizin görmesi daha iyi olur herhalde.” Küçük bir kahkaha attı. “Sizi o uçağa götürebilirim.En azından orada olan şeyleri görmüş olursunuz.Üstelik burada gördüğünüz ölüler…Onlar bir oyunun piyonları.Yemleri.Daha hiçbir şey görmediniz.Ve bayım…Bazı şeyler sizin için değişmek üzere…”
 


Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Bölüm 3

“…bazı şeyler sizin için değişmek üzere.” Bütün akşam bu sözü düşünerek geçti. Geceyi hayatımı kurtaran kızın ustalıkla yapmış olduğu barakada geçiriyorduk.Tahtalardan yapılmış küçük sayılabilecek bir barakaydı.2 katlı denebilirdi çünkü toprağın içine yapılmış bir odası da vardı.İçeriyi aydınlatan meşalelerdi.Duvarlarda çeşit çeşit tablolar vardı.Küçük bir camı çevreliyordu tablolar.İçeride iki tane yatak bir masa ve tezgah benzeri bir şey bulunuyordu.Tezgahın üstünde tamamlanmamış kılıçlar,kırılmış bir yay,ok uçları,ve oklar vardı.Bir an bu kızın dışarıda bulunan her tehlikeye karşı tek başına olduğunu düşündüm.Kötü bir durumdu…Çok kötü…

Kız 5-10 dakikalığına girdiği yer altı odasından çıktı.Elinde metal bir tencere ve tahta tabaklar vardı.
“Umarım açsındır.Çünkü birazdan çok lezzetli bir et yemeği yiyeceksin.” Tencereyi nazikçe masaya koydu.Arkada bulunan çekmeceden çatal ve bıçak çıkardı.Tabakları dizdi ve bana baktı.
“Bu arada ismim Lynda.Uzun bir süredir buralarda yaşıyorum.” Anlık dalgınlığımı silkerek attım.
“Memnun oldum Lynda.Ben de…” Bu da neydi? İsmim…İsmimi bilmiyordum…Unutmuştum.Ama bir insan nasıl kendi ismini unutabilirdi ki? Hafıza kaybı diye düşündüm fakat…uçağa bindiğimizi ve uçağın düşüşünü hatırlıyordum.Ne kadar uzun süre öyle bakakaldım bilmiyorum ama Lynda’nın sözüyle irkildim.
“Eee?” Merakla bakıyordu.Fakat tek bildiğim oğlum ve karımla uçağa bindiğim daha sonrasında da uçağın düştüğüydü.
“Ben…bilmiyorum.Hiçbir şey bilmiyorum…” Tahta bir kaşıkla yemeği tabağıma koyarken üzülmüş gibi görünüyordu.
“Öğreneceğiz bayım.Her şeyi öğreneceğiz.”

Yemek boyunca ikimizde konuşmadık.Yemek sonrası ağır bir kitapla yanıma geldi.Kitabın dış kapağı oldukça kalındı ve kilidi vardı.Sayfalarının ne durumda olduğunu kapak kapalıyken bile görebiliyordum.Dağılmış,hırpalanmış,eski bir kitap.Önüme oturdu ve kitabı açtı.Sayfaları çevirmeye başladı ve bir sayfada durdu.Bana gösterdi.Resimde elinde yay ve ok tutan bir iskelet vardı.
“Bu gördüğün bir Skeleton.Geceleri mağaralarından çıktıklarında gördükleri her şeyi avlarlar.Oklarıyla.Güneş ışığı onların üzerinde ki büyüyü kırar ve onları paramparça eder.”
Bu beni şaşırtmamıştı.Artık ne görsem inanırım diye düşündüm.
“Peki bu büyüyü yapan ne?”
“Henüz bilmiyorum.Fakat sayıları şu son günlerde oldukça az.Nedenini henüz çözebilmiş değilim.Onlardan görmek neredeyse imkansızlaştı.” Başka bir sayfayı yavaşça açtı.Resimde bir örümcek vardı.Kırmızı gözlere ve siyah bir deriye sahipti.
“Bu gördüğünse bir Spider.Normal bir insandan daha büyüktürler ve geceleri kana susamışlardır.Gündüzleri onlardan korkmana gerek yok.Onlar sadece bu adanın hayvanları.”
Dev bir örümcek gündüz önümden geçecek ve ben ondan korkmayacağım öyle mi? Komik.
Başka bir sayfayı açtı.Sayfada dört tane ayağı olan yeşil bir yaratık vardı.Gözleri ve ağzı boştu.
“Ahh…İşte bu gördüğün Creeper.Tam anlamıyla gizlilikte üstlerine yok.Geceleri bulundukları inlerden çıkıp etrafta patlatacak şeyler arıyorlar.” Şaşırarak sordum.
“Patlatmak mı? Nasıl yani?” Lynda küçük bir kahkaha attı.
“Akşam vaktidir.Çimenlerde yürüyorsundur.Patlak tekerlekten çıkan sese benzer bir ses duyarsın sadece.Gerisi karanlıktır senin için.”
“Yani bomba gibi patlıyorlar öyle mi? Gerçekten çok ilginçmiş.” Başını onaylarcasına salladı.Diğer sayfaya geçti.
“Zombilerle zaten tanıştın.Çok cana yakınlar değil mi?” Gülümsedi.Diğer bir sayfaya geçti ve gülümsemesi yavaşça yok oldu.Yerini kin,nefret ve hüzün kapladı.Sayfayı bana gösterdi.
Sayfada resim yoktu.Sadece yazılar vardı.
“Bu resmini bile göremediğin şey bir Enderman.Bizim ona verdiğimiz isim bu.Başka bir dünyadan geldiklerini düşünüyoruz.Çünkü daha önce buralarda yoktular.Elimizde ki bilgi sadece ışınlanma yeteneklerinin olduğu.Bunun dışında onlardan birini hiç görmedim.Uçakları düşürenlerin Endermanler olduğunu düşünüyorum.Ve insanları kaçıran kişilerde Endermanler olmalı.Babam…” Gözleri yaşla doldu. Ağlamıyordu ama gözleri ıslanmıştı.Yüzü hüzünle kaplıydı.Artık güneş doğuyordu.Bütün gece bu şekilde geçmişti.Lynda yanımdan ayrıldı.Ben de tekrar düşüncelere daldım.Hafızam yerinde değildi,ailem kayıptı ve önümüzde ne olduğunu bile bilmediğimiz bir düşman vardı.Ve yüzlerce yaratığa karşı…Sadece iki kişiydik.
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Bölüm 4

Güneş doğduktan hemen sonra uyumuşum. Kalktığımda küçük bir ışık demeti camdan içeri sızıyordu. İçerisi fazla aydınlık değildi. Yavaşça doğruldum. Yün bir yatağın üstünde yatıyordum. Çok rahat olmasa da adada çekebileceğim en iyi rahatlığın bu olduğunu düşündüm. Ayağa kalktım. Lynda’yı bir şeyler hazırlarken gördüm.Elinde büyük kahverengi bir seyahat çantası vardı.Uyandığımı hissetmiş olmalı ki kafasını kaldırmadan sordu.
“Uyku rahat mıydı?” Uzun bir süreliğine esnedim. Kafasını kaldırıp hayretle yüzüme baktı.
“Ah… Anlıyorum ki iyi uyumuşsun.” Güldüm.O da karşılık olarak bana güldü. Çantaya bakarak sordum.
“Demek bugün yola çıkıyoruz.Öyle mi?”
“Evet. İhtiyacımızın olabileceği birçok şeyi aldım.Hazır sayılırız.” Tezgahın üstündeki demirden yapılmış bir kılıcı gösterdi. “Bu arada o senin. Kendini savunman gerekecek.” Çantaya birkaç mantar atarken sordu. “Kılıç kullanabilirsin değil mi?”
“Hayatımda hiç gerçek bir kılıç kullanmadım ama... Bilemiyorum belki alışırım.” Ayağa kalkıp kılıcı elime aldım. Hafifti ama keskin olduğu anlaşılıyordu. Tekrar yerine koydum.
Lynda birkaç eşya için yer altı odasına indi. Ben de dışarı çıktım. Dışarısı gerçekten muhteşemdi. İleride bir dağ vardı ve dağın tepesinden akan şelale çok uzaktan bile görünüyordu. Baraka ovanın ortasındaydı ve ovanın etrafı ormanlarla çevriliydi. Bir akarsu ovayı ortadan ikiye bölüyordu. İki tarafı birbirine bağlayan acemice yapılmış bir köprü vardı. Böyle bir yerde yalnız yaşanmaması gerektiğini düşünüyordum. Ama anladığım kadarıyla Lynda’nın tek yakını babasıydı ve onu da kaybetmişti. Bütün insanlar kaçırılıyor ve götürülüyordu. Kimileri öldürülüyordu. Bugünün o gün olduğunu düşünüyordum nedense. Gerçeklerle yüzleşip bütün bunların sorumlusunun kim veya kimler olduğunu öğreneceğim gün.
Lynda’nın seslenişiyle irkildim. “Hey ! Öyle boş boş bakacak mısın yoksa hazırlanmayı düşündün mü?
“Tamam geliyorum.” İçeri girdim. Lynda oklarını hazırlarken ben de kılıcı üstümde taşımak için faydalı bir şeyler arıyordum. Tezgahın altındaki çekmeceyi açtım ve bir kemer buldum. Yanında da bir kın vardı. İkisini de havaya kaldırarak sordum.
“Bunları kullanabilir miyim?” Lynda kafasını kaldırdı ve elimde tuttuğum şeylere baktı. Aynı ifadeyi dünde görmüştüm. Babasını hatırlarkenki ifadeydi.
“Onlar babamındı. Geri döner diye saklıyordum. Fakat galiba dönemeyecek.” Duraksadı. Aniden gülümseyerek bana baktı. “Kullanabilirsin.” Üzüntüsünü anlıyordum fakat hiçbir şey söylemedim. Onu daha fazla üzeceğimden korkuyordum çünkü. Kemeri taktım ve kını yerleştirdim. Kılıcı alıp kınına soktum. Başka eşyam olmadığı için artık hazırdım. Lynda’ya baktım. O da bana baktı. Dalga geçercesine sordu.
“Bu şekilde gitmeyi düşünmüyorsun değil mi?” Ciddi olduğumu fark edince söylenerek aşağıya indi. Geri geldiğinde elinde demirden yapılmış bir göğüslük zırhı vardı. Zırhı masaya koydu.
“Eh. Giyin bakalım.”
Artık hazırdım. Tabii başka şeylerde ortaya çıkmazsa hazırdım. Lynda yayını ve oklarını sırtına geçirdi. Belinde bir kılıç duruyordu. Zırhını hiç çıkartmamıştı zaten. Çantayı da yanına aldı.
“Hazırız. Iıı… Çantayı senin alman daha iyi olmaz mı?” Güldüm.
“Olur. Verebilirsin.” Çantayı sırtıma geçirdim. “Hadi gidelim.”
Tahminimce yarım saattir yürüyor olmalıydık. Fazla konuşmadık. Lynda arada adayla ilgili bazı şeyler anlatıyordu.Aniden sordum.
“Baban nasıl biriydi?” Bu soru karşısında ani bir sessizlik oluştu. Yürümeye devam ediyorduk. Yüzündeki hüznü saklamaya çalışır gibi yere bakıyordu.
“O iyi biriydi. Tam bir savaşçıydı. O… bana yaşamam için gerekli olan her şeyi öğretti. Küçüklüğümden beri bu adadayım. Buraya nasıl geldik bilmiyorum fakat babam bizi her zaman korurdu. O buradaki yaratıklardan hiç korkmazdı. Bu bana güven verirdi. Babama hiçbir şey olmaz diye düşünürdüm. Fakat sonra...” Kafasını kaldırdı. “İşte geldik.” Lynda’ya bakmaktan önümde olan şeyi görmemiştim. Kafamı kaldırdım ve devasa uçağın kumsala sürtünerek çakıldığı yeri gördüm. Fakat uçak yoktu. Dev bir sürüklenme izi vardı fakat uçak yoktu. Lynda’ya şaşkınlıkla baktım. Heyecanla sordum.
“Belki de insanlar bizi kurtarmaya geldiler. Bu olamaz mı? Yani uçak ortada yok! Belki de gelip yıkıntıyı temizlediler ve insanları arıyorlardır.” Elini omzuma koydu ve bana üzüntüyle baktı.
“Üzgünüm ama bunu yapanlar insanlar değil. Bu uçağı buradan kaldıranlar Endermanlerdi. İnsanları kaçırmışlar ve başkaları görüp gelmesin diye uçağı yok etmişler. Nasıl yaptılar bilemiyorum ama dediğim gibi gerçekten çok hızlılar.”
Bütün hayallerim yıkılmıştı. Umudum içimde sönüyordu. Kafamı Lynda’dan çevirerek ormana baktım. Ve o şeyi gördüm. Karanlık siluet gözlerini bize dikmiş bakıyordu. Gözleri açık bir mor rengiyle parlıyordu. Boyu çok uzundu fakat yapraklar yüzünden vücut hatları belli olmuyordu. Hiç kıpırdamadan öylece duruyordu. Yavaşça seslendim.
“Lynda-”
Garip bir ses, kafama indirilen bir darbe ve… karanlık.
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Bölüm 5

Bilincim yerine geldiğinde duyduğum tek ses su damlalarından geliyordu. Gözümü açtım. Oldukça karanlık bir yerdeydim. Duvarlar yosun kaplamış tuğladan taşlardı. İleriden gelen meşale ışığı önümde duran demir kapıyı aydınlatıyordu. Ayağa kalkmadan etrafıma bir kez daha baktım. Sonra kalkarak demir kapıdan dışarıya baktım. Büyük bir zindandaydım.
Uçak enkazı geldi aklıma bir anda. Sonra gördüğüm o karanlık şekil. Mor gözler… Seslendim.
“Lynda?” Bir inilti sesi geldi. Tekrar seslendim.
“Lynda sen misin?” Sağ çaprazdaki kapıdan bir çift el uzandı. Sadece gözlerini görebildim.
“Evet benim. Sen iyi misin?” Etrafıma bakarken cevap verdim.
“Başımın ağrısı dışında iyiyim. Neredeyiz?” Lynda’nın gözleri dışarıya bakıyordu.
“Burası bir Stronghold sanırım. Babam bu yerlerden çok bahsederdi.” Gözleri bana döndü. “Buradan hemen çıkmalıyız.”
İçeriden daha öncede duyduğum bir ses geldi. İleride duran merdivenden ayak sesleri geliyordu. Ve daha önceden gördüğüm o yüzleri gördüm. Karanlık şeyler bulunduğumuz yere doğru geliyordu. Üç kişiydiler. Biri bana doğru baktı. Anlayamadığım bir şeyler söyledi. Kapılarımızı açtılar. Lynda’yla birbirimize baktık.
Endermanler bizi önlerine katarak ilerlemeye başladı. Kelepçe gibi şeyler kullanırlar sanıyordum ama kollarımızı bağlamamışlardı. Bu da bana kaçmak için bir umut veriyordu.
Gerçekten büyük bir zindan olmalıydı ki sürekli yürümeye devam ediyorduk. Ara ara duvarlarda ki kırıklardan dışarıda bulunan mağaralar gözüküyordu. Bazı koridorlarda demir kapılar, demir çitlerle kapatılmış küçük odalar bulunuyordu. Gidişimiz boyunca Lynda’da ben de düşünceliydik. Bir kaçış yolu, bir açık arıyorduk ama Endermanlerin buna izin vereceğini pek sanmıyordum. Son koridordan geçtiğimizde ileriden gelen ışığı gördüm. Büyük bir odadan geliyordu ışık. Odanın önünde durduk. Lynda’yla tekrar bakıştık. Yüzünde endişe vardı. Sağımda duran Enderman seslenir gibi bir şeyler söyledi. İçeriden biri seslendi.
“Tamam, tamam geliyorum.” Bir insan sesiydi… Tekrar Lynda’ya baktım. Bu sefer bana bakmıyordu ve odanın içine odaklanmıştı. Yüzünde sinirli bir ifade vardı. Sesin sahibi odadan çıktı.
“Ahh… İnsan konuklarımız varmış.” Gülümseyerek konuşmaya devam etti. “Hoş geldin Lynda.” Bana döndü. Gülümsemesi suratından silindi. “Sen de hoş geldin.” Adamın yüzünde derin bir yara vardı. Uzun gri-beyaz saçları vardı. Üstünde siyah, kalın ve sert olduğu anlaşılan bir zırh vardı. Belinde büyük bir kılıç taşıyordu. Kılıç oldukça keskin ve sert biçimliydi. Elmastan yapılmıştı. Adam halinden memnun bir şekilde Lynda’ya döndü.
“Eee Lynda. Babansız hayat nasıl gidiyor ?” Gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. Lynda çok sinirlenmişti.
“Seni adi herif !” Adamın üstüne atladı. Fakat yetişemeden siyah muhafızlar Lynda’nın yanında belirdi ve onu tutarak eski konumuna getirdiler. Lynda çırpınıyordu fakat Endermanler oldukça sıkı tutuyor olmalıydılar ki hiçbir işe yaramıyordu çırpınması. “Arkadaş edinmişsin Lynda…”Adam tekrar bana döndü. Yüzünde az önce bana baktığı gibi bir tiksinme ifadesi vardı. Bir anda yine o şeytani gülümsemesini takındı.
“Adınız nedir… Beyefendi ?” Sinirle yüzüne baktım.
“Biliyorsan sen söyle.” Ellerini birleştirdi ve hüzünlü bir ifade takınır gibi baktı.
“Ah… Tabii ya unutmuşum. Hiçbir şey hatırlamıyorsun değil mi?” Şaşırmıştım.
“Beni tanıyor musun?” Adam yanıma yaklaştı.
“Tabii ki tanıyorum. Sen benim küçük kardeşimsin.” Adam tekrar gülümsemeye başladı. Lynda’ya döndüm. O da en az benim kadar şaşırmıştı. Adam konuşmasına devam etti.
“Şu uçağın düştüğü gün sevgili kardeşim, sen o uçakta değildin.” Odanın girişinin yanında duran kırık bir duvar parçasının üstüne oturdu. “Senin karın ve oğlun yok. Sen hep bu adadaydın.” Adamın her lafı içime işliyordu.
“Yalan söylüyorsun…” Tekrar ayağa kalkarak yanıma yaklaştı.
“Hayır. Yalan söylemiyorum. Bunlar gerçekler kardeşim. Sen bu adaya aitsin.”
“Kapa çeneni…” Adam zevk alırcasına konuşmaya devam etti.
“Hafızanı kaybettin çünkü biz öyle istedik. Hafızanı kaybettin çünkü bilmemen gereken şeyleri biliyordun. Ve yerine şu dandik uçak olayını ve aile olayını ekledik. Büyüyle birçok şey yapabiliyorsun.” Dediklerini duymak istemiyordum. Etrafıma bakındım. Ve duvarın köşesinde açılmış olan deliği fark ettim. Bir mağaraya açılıyordu ve Endermanlerin geçemeyeceği kadar küçüktü. Eğer hızlı davranırsam Endermanleri şaşırtabilirdim. Evet, bunu yapmalıydım. Adam bana arkasını dönmüştü ve odaya doğru ilerlerken bir şeyler söylüyordu. Fakat artık umrumda değildi. Tam zamanıydı.
Hızla arkamı döndüm ve Lynda’nın kolunu tuttum. Deliğe doğru koşmaya başladım.
İstediğim olmuştu ve Endermanler biraz da olsa afallamıştı. Önce Lynda’nın geçmesine yardımcı oldum. Zaman yavaşlamış gibiydi. Arkama baktığımda bir Enderman’in titremeye başladığını fark ettim. Herhalde bu ışınlanacağı zaman yaptıkları bir şeydi. Lynda’nın atladığını gördüğümde ben de atlamak üzere harekete geçtim. Tam o sırada siyah bir el beni kolumdan tuttu fakat çoktan delikten geçmiştim ve kolumu bırakmak zorunda kaldı. Lynda’yı yerden kaldırdım ve arkamıza bakmadan koşmaya başladık. Mağara karanlıktı fakat bunları düşünecek zaman yoktu. Arkama baktığımda Endermanlerin deliği büyülttüklerini ve peşimizden gelmeye başladıklarını gördüm. Koşarken mağara duvarından çıkan suyla birlikte mağaranın aşağısına doğru kaymaya başladık. Durduğumuzda geriye döndüm ve Endermanlerin suyu geçemediklerini fark ettim. Derileri suyla temas edince yanıyordu.
“Artık onlara karşı bir silahımız var.” Lynda’da dönüp baktığında Endermanlerin acıyla bağırdığını fark etti. Birbirimize baktık ve mağara boyunca koşmaya devam ettik.
Kaçmayı başarmıştık.
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Bölüm 6

Kaçmayı başarmıştık. Uzun bir süredir mağaradan çıkış yolu arıyorduk. Eşyalarımız yanımızda değildi bu yüzden gördüğümüz her şeyden kaçmak zorunda kalmıştık. Gerçi bir zombi bize iyilik yapıp kendini bir çukura hapsetmişti ama Creeperlar ve Skeletonlar gerçekten zorluydu. Çıkış yolu aramaya devam ediyorduk ve henüz bir sonuca varabilmiş değildik. Her zaman yukarı çıkmaya çalışıyorduk fakat mağaralar öyle şekilliydi ki bizi geldiğimiz yere geri çevirdiği bile oluyordu. Labirent gibiydi. Lynda’nın seslendiğini duyup koştum.
“Ne oldu?” Lynda bana bakıyordu. Büyük bir çıkışın önündeydi. Yanına gittim ve aşağıya baktığımda görüntü korkunçtu. Büyük bir yarığın önündeydik. Duvarlarda çeşitli madenler vardı. Aynı zamanda farklı mağara girişleri de vardı. Ve aşağısı lavlarla doluydu. Ayağımın kayması ölmeye eşitti.
“Şimdi ne yapacağız?” Lynda düşündü. Sonra bana döndü.
“Yer altında oluşmuş bu tarz vadilerde madenler olduğunu söylemişti babam. Eğer madenleri bulabilirsek…”
“Çıkışı da buluruz.” Tekrar aşağıya baktı.
“Bu yapabileceğimiz en çılgın iş olacak sanırım.”
Ne demek istediğini 5 dakika sonra anlamıştım. Duvarlara sürtüne sürtüne sağ tarafa doğru gidip vadiyi takip ediyorduk. Önden Lynda gidiyordu ve o nereye basarsa ben de oraya basıyordum. Bu şekilde 10 dakika kadar gitmiş olmalıyız ki Lynda bir şey fark ettiğini söyledi. Tekrar bir mağara girişine geldiğimizde duvarlardan kurtulduğum için sevinmiştim. Girişte durup eliyle bir yeri gösterdi. Baktığımda ileride tahtalardan oluşturulmuş geçitler gördüm. Madenler…
Daha fazla duvarlara sürtünmek istemediğimizden içinde bulunduğumuz mağaradan madene ulaşmayı denedik. Ve başardıkta. Önümüze tek bir canavar bile çıkmamıştı üstelik. Şimdi tek sorunumuz karşıda ki madene ulaşmaktı. Bunun içinse atlamamız gerekiyordu. Lynda’ya döndüm.
“Başka bir yol olmalı. Yani bu kadar lavın üstünden atlamamızı beklemiyorsun değil mi?” Bana dönüp baktığında ciddi olduğunu fark ettim.
“Başka bir yolu yok. Pekala, önce ben atlayacağım.” Geri çekilip Lynda’ya yer açtım. Koşarak atladı ve madenin girişinde bulunan tahtaya tutundu. Sıra bendeydi. Tam atlamak üzere gerildim ki Lynda arkama bakarak korkunç bir ifade takındı. Arkama döndüğümde bir Creeperın üstüme geldiğini fark ettim. Korkunç yeşil şey beni patlatmak için geliyordu. Fazla zamanım yoktu. Kendimi savunmak için kullanabileceğim bir kılıcım da yoktu. Gözlerimi kapadım. Koşdum ve zıpladım.
Neyse ki şans eseri tahtanın yanında duran bir taşa tutunabilmişim. Gözümü açıp arkama baktım ve Creeperın beni öldürmek uğruna aşağıya düşüşünü izledim. Tekrar yukarı baktım. Lynda elini uzatmıştı. Biraz yardım alarak iki ayağımın üstüne basabildim.
“Evet. Şimdi ne yapıyoruz?”
Madende ilerlemeye başladık. Ürkütücüydü çünkü bu madende çalışan herkes burada ölmüştü. Madenin neredeyse her koridorunda ölmüş işçiler vardı. Tabii ölmüşlerdi ama yürüyüp bize saldırabiliyorlardı.
“Hepsi zombi mi olmuş yani?” Kendimizi yerden bulduğumuz kazmalarla savunuyorduk. Lynda’ya baktım. Önünde duran zombiye bir tekme attı.
“Evet maalesef. Zombi olmayanlarda olanlar tarafından yenmiş.” Tekme attığı zombinin kafasını uçurdu ve bana döndü.
“Biraz daha hızlı olmalıyız. Bu zombiler işi oldukça yavaşlatıyorlar.” Yolumuza devam ettik. Maden kat kat oluşmuştu dolayısıyla sürekli yukarı çıkıyorduk. Arada adamın dedikleri aklıma geliyordu.
“Şu Endermanlerle iş birliği yapan adam. Adı ne?” Bir an sessizlik oldu.
“Adı Rovenn. Dedikleri ne kadar doğru bilmiyorum ama…”
“Ama ne? O adamın benim ağabeyim olduğunu mu düşünüyorsun?” Lynda durup bana baktı.
“Tabii ki de hayır. Yani… Bilemiyorum.” Düşündüklerini az da olsa anlayabiliyordum çünkü ben de aynı şeyleri düşünüyordum. Konuyu başka yere çekmek istedim.
“Hafıza silmek öyle mi? Hem de büyüyle. Bu mümkün mü?” Lynda duvardan söküp aldığı meşaleyi ileri doğru tutarak koridorların sonunu kestirmeye çalışıyordu. Ve düşünüyordu.
“Endermanlerin ne tür bir büyü kullandıklarını bilmiyorum. Büyü kullanıyorlar mı onu da bilmiyorum. Aslında büyünün neler yapabileceğini çok az biliyorum.” Kafamın karıştığını anlayarak devam etti. “Demek istediğim bu bir iksir olabilir. Ve ya Rovenn’in yaptığı bir büyü de olabilir. Ve ya sıradan bir Endermanin yapmış olduğu bir büyüde. Bu büyü tersine döner mi bilemiyorum. Belki bir iksir yapabilirsek büyüyü tersine çevirebiliriz.” Meşaleyi sol tarafa çevirdi ve merdivenleri gördü. Hızla o yana dönerek devam etti. “Eve ulaşabilirsek ve yer altında ki odadan o kitabı alabilirsek cevabı bulabiliriz.”
“Ve eğer hafızam yerine gelirse. Rovenn’in neyin peşinde olduğunu öğrenebiliriz. Köylülerin kaçırılması. Düşen uçaklar. Her şeyi öğrenebiliriz. Değil mi?” Bu kez umut vardı.
“Evet haklısın.” Son basamağa basıp durdu. Merdivenin önündeki eskimiş ve kırılmış tahta kapıyı açtı. Küçük bir mağaradaydık. Ve mağaranın girişinden yeni doğan güneşin ışıkları geliyordu. Sabah olmuştu. Ve biz çıkışı bulmuştuk.
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Bölüm 7

Çıkışı bulmuştuk. Mağaradan çıkıp yiyecek bir şeyler aramaya koyulduk. İkimizde ölesiye acıkmıştık. Lynda birkaç elma toplamak için uzaklaşmıştı ben de çevreye bakmak için bir tepeye çıktım. Bulunduğumuz ormanın ilerisinden bir duman yükseliyordu. Böyle bir adada ve böyle bir günde yangın çıkması normal değildi. Lynda’yı çağırdım.
“Lynda bunu görmen gerek !” Koşarak yanıma geldi. Elinde 3-4 tane elma vardı.
“Ne gördün?” Tekrar yükselen dumanlara baktım.
“İleride. Ormanın ilerisinden bir duman yükseliyor.” Lynda yanıma geldi ve kendi de baktı.
“Tamam. Oraya gidip neler olduğuna bakalım. Eğer yakınsa evimi de bulabiliriz.” Başımla onayladım. Bana iki tane elma verdi ve tekrar yola koyulduk.

Dumanın çıktığı yere iyice yaklaşmıştık. Artık daha sessiz olmamız gerekiyordu çünkü ileride hala düşman olabilirdi. Yavaşça yaklaştık ve etrafa bakındık. Yine bir köy yakılmıştı. Etrafta kimsenin olmadığını fark edince köyü aramaya başladık. Araştırmaya devam ediyordum fakat yanmış ve yıkılmış evlerden başka bir şey yoktu. Bir anlık kafamı kaldırdım ve yine aynı şeyi gördüm. İleride bir insan silueti dumanların arasında duruyordu.

Adadaki ilk günümde, hafızam silindikten bir sonraki gün, bu şekilde yakılmış bir köy bulmuştum. Ve benzer bir şekilde ölü bir adam tahtaya saplanmış şekilde bırakılmıştı. Aynı şey olmalıydı. Lynda’yı çağırmayı düşündüm fakat sonradan vazgeçtim. Ölü adamın yanına yaklaşmaya başladım ve o sırada ateşlerin içinden biri çıkıp ölü adamın yanına geçti.
Hemen bir duvarın arkasına geçip olanları izlemeye başladım. Duman yüzünden diğer adamı seçemiyordum. Aniden arkamdan bir ses geldi ve dönüp Lynda’yı gördüm. Ona susmasını işaret ederek izlemeye devam ettim. Lynda’da olanları izlemeye başladı. Dumanlar bir anda yok oldu ve ateşler adamın etrafını sardı. Adam kızıl alevlerin içinde duruyordu fakat alevler ona etki etmiyordu. Aksine alevleri kontrol eden bu adamdı. Ölü adamın çenesini tutarak yüzünü yukarı kaldırdı. Sonra bırakarak bize doğru döndü.
“Çıkabilirsiniz.” Lynda’ya baktım o da bana bakıyordu. Yavaşça kalktık ve duvarın arkasından çıktık. Alevler hala adamı çevreliyordu. Etraftaki bütün yangın adamın üstünde toplanmıştı. Adamın alevlerle kaplı kafası bana doğru döndü.
“Muhtemelen beni tanımıyorsundur.” Yüzünü Lynda’ya çevirdi. “Eminim ki o benim kim olduğumu tahmin edebiliyordur.” Adamın sesi gayet sakin çıkıyordu. Fakat korkutucuydu. “Yakında Dünya adını verdiğiniz bu gezegen bizim olacak. Bu nedenle işlerimize karışmamanızı öneririm. Belki o zaman merhamet görebilirsiniz.” İşte şu anda gerçekten korkuyordum. Bu adam kimdi? Lynda’ya döndüm ve onun korku dolu yüzünü gördüm. Sonra tekrar adama baktım. Bir şeyler söylemem gerekiyordu fakat diyebilecek hiçbir şeyim yoktu. En sonunda aklımda yüzlerce kez tekrarlanan o soruyu sordum.
“Sen… Kimsin?” Adam tekrar bana döndü ve bana doğru yürümeye başladı. Olduğum yerde kalmıştım. Hiçbir şey yapamıyordum. Korkuyordum. İyice yakınıma geldiğinde başımdan akan terin bile buharlaştığını hissettim.
“Ordum silahlanıyor. Savaşa giriyoruz Oquaro. Ve bu sizin boyutunuz için hiç iyi olmayacak.” Sağıma baktığımda Lynda’nın düştüğünü gördüm. Son bir kez alevlerle kaplı olan adama baktım ve yere yığıldım. Daha sonrası karanlıktan ibaret.

Gözlerimi açtığımda köyün içindeydim. Başım patlayacak derecede ağrıyordu. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Güneş tepedeydi. Öğlen olmalıydı. Ayağa kalkmaya çalıştım. İlk seferinde başarısız olsam da sonunda doğrulmuştum. Etrafa baktım. Yanmış tahtalar ve yıkılmış duvarlardan fazla pek bir şey göremedim. Ölü adam yine aynı yerinde duruyordu ve Lynda… Yoktu.
Köyün etrafını dolaşıp bakındım. Seslendim fakat Lynda kaybolmuştu. Adamın dedikleri aklıma geldikçe irkiliyordum ve o beni tanıyor olmalıydı. Bana Oquaro diye hitap etmişti. Gerekli olan büyü ya da iksiri bulabilseydik her şey daha iyi olabilirdi ama her adım attığımızda iki adım birden geri çekiliyorduk. Lynda’yı bulmalıydım. O adam Lynda’yı götürmüşse yapabileceğim pek fazla şey kalmıyordu. Köyün arkasında kalan bir tepeye baktım ve ormanın ilerisinde tahtalardan yapılmış bir ev gördüm. Lynda’nın evi değildi tabii ki fakat yardım alabilirdim. Tepeden indim ve eve doğru ilerlemeye başladım.
Ev önümde duruyordu. Ahşap malzemelerden yapılmış evin bir kısmını taşlar oluşturuyordu. Üçgen şeklinde bir çatısı vardı. Kapıya vurdum. Kimse çıkmadı. Evin etrafından dolaşıp pencerelerden içeriye baktım fakat kimse yoktu. Tek bir yol kalıyordu.
Kapı büyük bir sesle kırıldı ve içeriye girdim. İçeride iki sandalye ve bir masa duruyordu. Boş bir kitaplık ve bir fırın evin köşesinde duruyordu. Bir çalışma masası da diğer köşedeydi. Ev bir tek odadan oluşuyordu fakat tıpkı Lynda’nın evine benzer bir yer altı odası vardı.
Demir kapıyı kıramayacağıma göre açmak için başka bir şey bulmalıydım. Odaya geri döndüm ve etrafıma bakındım fakat pek bir şey bulamadım. Tam dışarı çıkmaya karar vermişken yukarı baktım. Evin giriş kapısının üstünde bir kol vardı. Kolu indirdim ve demir kapının açılış sesini duydum.
İçeri girdim ve büyük ölçüde şaşırdım. Yerleri sarı ışık yayan bir taş kaplıyordu. Duvarlar demirdendi. Ve içerisi silahlar ve kitaplarla doluydu. Daha sonra duvarda gördüğüm resim şaşkınlığımı katladı. Resimde Lynda vardı ve onun yanında da bir adam duruyordu.
Bu onun babası olmalıydı. Ve bu evde babasının eski evi olmalıydı. Yığın halinde duran kitaplara tekrar baktım. Cevaplar burada olabilirdi. Kafamda dolaşan bütün soruların cevabı. İçimde yine bir umut doğdu. Yararlı bir şeyler bulabilirsem Lynda’yı kurtarabilirdim. Bu adayı… Kurtarabilirdim.
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Bölüm 8

Bu adayı kurtarabilirdim. Kitaplardan önüme geleni açıp okumaya başladım. Her kitapta adayla ilgili bilgim gelişiyordu. Dışarıdaki yaratıkların zayıf noktalarını teker teker öğrenip geceleri onlara karşı kullanıyordum. Yapmış olduğum her tuzak ve öğrendiğim her bilgi dışarıda işime yarıyordu.
Lynda’nın babasının ismi Carter’dı. Anladığım kadarıyla uzun bir zamandır bu adada yaşıyordu ve birçok şeyi çözmüştü. Günlüğünü bulup okuduğumda benimle geçirdiği vakitlerden de bahsetmişti. Birlikte dev bir zombiyi nasıl yere serdiğimizi, örümceklerle dolu bir mağaraya dalıp sağ olarak kurtulmamız gibi birçok şey anlatıyordu.
Yaklaşık bir haftadır buradaydım ve iyi kılıç kullanır hale gelmiştim. Günlükten öğrendiğime göre daha öncede kılıç kullanmış olduğum için alışması çok zor olmamıştı. Artık hazırdım. Sahip olduğum tüm bu bilgiyle kime karşı geldiğimi de biliyordum artık. Alevlerle kaplı adamın kim olduğunu biliyordum. Ve Rovenn’in amacının ne olduğunu da öğrenmiştim. Hafıza kurtarma iksirine gelince… Maalesef öyle bir şey yoktu. Hafızamı kurtarmanın tek yolu eski bir büyüydü ve o da kaybolmuştu. Okuduğum kitaplar hafızama olan ihtiyacımı biraz da olsa azaltmıştı.
Artık zombilerle rahatça savaşabiliyor, Creeper’ları etkisiz hale getirebiliyor, gördüğüm birkaç Enderman’le biraz zorlanarak da olsa kapışabiliyordum. Birçoğu kaçıyordu fakat kaçamayanlar su tuzağıma yakalanarak ölüyorlardı. Bir konuda eksiğim vardı. Nether adlı farklı bir boyutta olan olaylarla ilgili bilgim azdı. Alevlerle kaplı adamın artık bir ‘Elçi’ olduğunu biliyordum. Ve amaçlarının da sahip oldukları orduyla bu boyuta girmek olduğunu da biliyordum.
Planım öncelikle Nether’ın planlarını bozmak daha sonra da Rovenn’la karşılaşmak. Eğer Elçi’ye ulaşırsam Lynda’yı da bulabilirim. Eğer Elçi’ye ulaşırsam… İnşa ettikleri büyük portalı bozabilirim.
Eşyalarımı toplayıp yola çıktım. Belli bir yere gitmiyordum. Amacım yanan köyleri bulmak ve Elçi’yi yakalamaktı. Civarda ki köylerden bazılarında aynı ölü insanlardan gördüm. Bu bir çeşit ayindi. Elçi köylülerden seçtiği birini alıp bir tahtaya bağlıyordu daha sonrasında ise onların ruhunu emiyordu. Kalan köylüler götürülüyordu. Henüz onlara ne yapıldığını bilmiyorum fakat Elçi topladığı ruhları portala götürüyor ve her geçen gün portalı daha da büyük bir boyuta ulaştırıyordu. Eğer Elçi’yi ruh emerken veya portala ruhları yüklerken yakalarsam bana karşı hiçbir şansı olmayacaktı ve eski bir büyü sayesinde onu bağlayabilecektim. Büyü bir parşömenin içindeydi ve bir sembolden ibaretti. Parşömeni Elçi’nin göğüs kısmına bastırdığımda parşömen Elçi’nin güçlerini kilitliyor ve onu etkisiz hale getiriyordu. En azından kitapta yazan buydu.
Daha önce gitmediğim yönlere doğru yürümeye başladım. Ormanda ilerledikçe farklı iklimlerden geçiyordum. Ve yanmış köylere rastlıyordum. İki köy geçmiştim ki ilerideki dumanı gördüm. O olmalıydı. Koştum.
Köyün yakınında ki odunlukta durdum. Eğilerek yürümeye başladım. Elçi dumanları üstüne topladığında gücüne ulaşmış olacaktı. Buna izin veremezdim. Çekilme başladı. Bütün alevler tek bir yöne doğru yavaşça ilerledi. Alevlerin ve dumanların arasından koşarak önümde duran yıkık evin çatısına tutundum. Çatıya çıktım ve Elçi’yi gördüm. Ölü köylünün önünde duruyor ve daha önce yaptığı gibi çenesini yukarı kaldırarak ruhunu emiyordu. Dumanlar yavaşça Elçi’nin üstünde toplandı. Ve Elçi’ye doğru atıldım.
Öncelikle ölü adamın tahtasına tekme atarak düşmesini sağladım. Ayin kesilmişti. Ve bu sefer Elçi’yi üstünde alevler olmadan görme şansını yakalamıştım. Kırmızı taşlardan oluşan bir çeşit taş-adam gibiydi. Gözleri sarıydı. Vücudunu oluşturan taşların etrafından dumanlar yükseliyordu. Daha fazla bakmadan etraftaki alevlerin ve dumanların hızla Elçi’ye doğru yaklaştığını fark ettim. Parşömeni elimde tuttum ve Elçi’nin haykırışını duydum. Alevler vücudunda gezdiği sırada parşömeni göğsüne bastırdım.
Elçinin üstündeki bütün alevler tekrardan etrafa saçıldı. Bir çeşit patlama gibiydi. Elçi dizleri üstüne çöktü ve başını elleri arasına aldı. Daha sonra kafasını bana kaldırdı. Gözleri artık sarı değildi. Boş gözlerdi.
“Sen… Seni orada öldürmeliydim.” Üstüme atıldı. Yüzüne bir yumruk attım.
“Ama yapmadın. Şimdi kim olduğunu ve neyin peşinde olduğunu biliyorum. Lynda nerede?” Elçi bir eliyle destek almış şekilde yerde oturuyordu. Başını tekrar bana kaldırdı.
“O kıza ne olduğunu bilmek bile istemezsin.” Bir yumruk daha attım. Belli ki canı acıyordu çünkü her yumruğumda acı dolu bir şekilde bağırıyordu.
“Portal nerede? Lynda’yı ve diğer köylüleri nereye götürdünüz?” Elçi tekrardan boş gözlerle bana baktı.
“Efendime ihanet edemem.” Sinirlenmiştim. Çantamdaki ipi alıp Elçi’yi bağladım. Yıkıntıların arasından en sağlam olan eve doğru sürükledim. Elçi’yi duvara doğru fırlattım ve yumruklamaya başladım. Bağırıyordum.
“Şimdi konuşacak mısın lanet olası herif !” Her yumruğumda Elçi daha kötü durumda kalıyordu. Birkaç yumruğumdan sonra son bir kez bağırdı.
“Tamam tamam! Anlatacağım. O kız ve köylüler. Hepsi portalın doğusundaki bir mahzende tutuluyor. Portal buranın kuzeyinde. Gözden kaçırman imkânsız çünkü çok büyük. Fakat oraya gidersen öldürülürsün. Mahzenin girişini ve diğer girişlerini Pigman’ler tutuyor.” Şimdi sakinleşmiştim. İstediğim bilgiyi almıştım. Pigmanler hakkında biraz bilgim vardı.
“En güvenli giriş ne tarafta?” Elçi başını iki yana salladı.
“Efendim beni öldürecek.” Suratına bir tane daha yumruk patlattım.
“Şu anda endişelenmen gereken kişi benim. Efendin değil.” Elçi başını geri yaslamıştı.
“Gizli bir giriş var. Mahzenin ana kapısının önünde. Ağaçların altında. Oradan mahzene girebilirsin.” Pekala bu iyiydi. Ama tuzakta olabilirdi.
“Tuzak olmadığını nereden anlayacağım?” Elçi garip bir şekilde gülmeye başladı.
“Anlayamazsın. Bu nedenle öleceksin.” Yeterliydi. Hangi girişten gireceğimi bilemiyordum fakat yeterince bilgi toplamıştım. Çantamdan bir çakmak çıkarttım. Elçi bir anda bana döndü.
“Ne yapıyorsun?” Cevap vermedim. Kitapta Elçi’ye bağlı olan parşömen yakılırsa Elçi’nin de kendi ateşinde yanacağı yazıyordu. Elçinin göğsündeki parşömeni yavaşça tuttum. Çakmaktaşlarını birbirine sürttüm ve parşömeni yaktım. Köyün kuzeyine doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan Elçi’nin çığlıkları ve haykırışları geliyordu. Elçi’nin sözünü ettiği girişten girecektim ve mahzendekileri kurtaracaktım. Pigmanlere gelince… Onların zayıf noktalarını bilmiyordum ve onlara karşı kullanacağım bir silahımda yoktu. Artık sadece kılıcım ve ben vardık.
 

JeeKi

Zombi Katili
Mesajlar
190
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
57
Puanları
730
Tek kelimeyle MÜKEMMEL ! Senin gibi Minecraft ile ilgili hikayeler yazan pek çıkmaz.Hayalgücüne hayranım,1 numaralı hayranınım.
 

TR_GaMeR

Kömür Madencisi
Mesajlar
100
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
17
Puanları
0
Güzel yazıyorsun Hikayene devam et.
 

mr.shakazar

Ağaç Yumruklayıcı
Mesajlar
35
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
5
Puanları
0
Tek kelimeyle MÜKEMMEL ! Senin gibi Minecraft ile ilgili hikayeler yazan pek çıkmaz.Hayalgücüne hayranım,1 numaralı hayranınım.
JeeKi doğru söylüyor bu hikaye işini birkaç kişi yazabilir.Bu konuda çok iyisin böyle devam et.Tek kelimeyle MÜKEMMEL !
 

meganowa

Taş Madencisi
Mesajlar
77
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
9
Puanları
500
Mükemmel çok güzel olmuş eline sağlık :D Şukunu verdim
 

mine5832

Ağaç Yumruklayıcı
Mesajlar
21
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
2
Puanları
0
Yazılar siyah olmasa daha güzel olacak.
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Arkadaşlar yaptığınız yorumlar için teşekkür ederim. Ben aynen devam ediyorum hikayeme. Uzun ve aksiyon dolu bir bölüm oldu bu. İşte 9. bölüm. İyi okumalar.

Bölüm 9 [1]
Uzun bir yürüyüşten sonra portalın olduğu yere gelmiştim. Yüksek bir dağın üstünde sislerle kaplı siyah bir yapı vardı. Yapı kare şeklindeydi ve iç kısmında mor bölümleri vardı. Dağın alt kısmında Elçi’nin dediği gibi büyük bir giriş vardı. Bu ana giriş olmalıydı. Dağın etrafında dört farklı giriş daha vardı. Ve bir de gizli bir giriş.
Elçi’ye güvenmiyordum fakat bu gizli girişten girmek daha mantıklı gibiydi. Çünkü diğer girişlerin hepsinde ellerinde altın kılıçlar bulunan Pigmanler vardı.
Gizli girişin bulunduğu yer bir çeşit mağaranın içindeydi ve etrafı sarmaşıklarla kapatılmıştı. Kılıcımı çektim ve sarmaşıkları kesmeye başladım. Her kesişimde giriş biraz daha açılıyordu. En sonunda girebileceğim kadar açıklık yaptığımda içeri atladım.
Zemin ıslaktı ve etraf örümcek ağları ile doluydu. Meşalemi çıkarttım ve etrafıma baktım. Mağara damarlı bir yapıya sahipti ve birçok farklı mağaraya açılıyordu. Fakat içinden iki tanesi oldukça büyüktü ve ilerisinden ışık geliyordu. O yolu seçtim ve tünel benzeri mağarada ilerlemeye başladım.
Mağaranın taşlarla ve topraklarla dolu yapısından yavaş yavaş çıkıyordum ve toprakların yerini garip bir kum ve kırmızı taşlar alıyordu. Daha da ilerleyince oldukça şaşırtıcı bir manzarayla karşılaştım.
Etraf lavlarla kaplıydı ve kırmızı taşlardan oluşmuş yollar yukarı doğru çıkıyordu. Carter günlüğünde bu tür bir yerden bahsetmişti. Burası bir Nether Dungeon’dı fakat bu adada ne işi vardı? Tuzak mıydı? Öğrenmenin bir tek yolu vardı.
Yolu takip ettim ve önümde uzanan merdivenlerden çıkmaya başladım. Kılıcım hala elimdeydi ve sırtımda da çantamı taşıyordum. Bir adım daha attım ve bir ses duydum. *Klik*
Sağıma dönmemle bir ateş topunun üzerime gelmesi bir oldu. Eğilerek savuşturdum ve hızla merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım. Bu seferde solumdan bir ateş topu geldi. Kılıcımla ateş topuna tüm gücümle vurdum. Ateş topu geri döndü ve Nether taşlarından bir kaçını havaya uçurdu. Koşmaya devam ettim fakat bir anda koşamaz oldum. Yerdeki o ‘garip kum’ beni yavaşlatmıştı. Yavaş yavaş gücümü yitiriyordum sanki. Kılıcımı zorda olsa sağımda duran Nether taşına sapladım. Kendimi güçlükle çektim ve gücüm tekrar geri döndü. Son anda üstüme gelen ateş topunu fark ettim ve kılıcımla savunmaya çalıştım. Ateş topunun bir kısmı yanımda patladı ve acıyla yere düştüm. Sol kolum yaralanmıştı. Aldırmadan devam ettim. Bir zaman sonra topların fırlaması durdu ve rahat bir nefes alabildim. Yollar önümde uzanıyordu ve bir an nasıl bu kadar büyük bir yeri buraya taşıdıklarını düşündüm. Kesinlikle şu lanet olası portal yüzünden olmalıydı. Sol kolumu çantamda bulunan sargı beziyle sardım ve ayağa kalktım.
Yolun sonunda bir oda bulunuyordu. Bir tünelin içine girerek yola devam ettim. Duvarlarda açıklar vardı ve oradan akan lavları görebiliyordum. Odaya iyice yaklaştığım sırada odanın ortasında duran kafes tarzı bir şey gördüm. Odanın içi karanlıktı. Ve arka kısmında bir merdiven daha vardı. Kafesi önemsemeden yürümeye devam ettim ve merdivenlere yaklaştım. Aniden oda aydınlandı. Arkama döndüğümde etrafında sarı ‘çubuklar’ dönen ve uçan bir şey duruyordu. Sarı şeritlerin ortasında bir baş vardı ve bana dönüktü. Bir anda etrafa ateş topları fırlatmaya başladı. Yere atlayıp kendimi korudum. Fırlattığı toplar etrafı kırıp geçiriyordu ve merdivenin zarar görmesini göze alamazdım. Çünkü tek çıkışım orasıydı.
Kılıcımla gelen birkaç ateş topunu geri savurdum. Önceki saldırıya göre daha küçük toplar fırlatıyordu fakat daha fazlaydı. Odanın etrafı iyice açılmıştı ve ayağımın kayması aşağıya düşüp ölmeme eşitti. Durumumun kötü olduğunu fark etmem biraz geç olmuştu çünkü merdiven biraz hasar görmüştü. Artık savunmayı bırakıp saldırmaya geçmeliydim. Fırlattığı birkaç ateş topundan da sıyrılıp koştum. Kafesin üstüne basarak güç aldım ve zıpladım. Kılıcı tüm gücümle savurdum ve Sarı şeyin etrafındaki birkaç çubuğu kırdım. Çubukların kırılmasıyla birlikte Sarı şey gücünden düşmüş bir şekilde yere düşmüştü ve son hamleyi yapmamı bekliyordu. Kılıcımı kaldırdım ve gözlerini bana dikmiş olan şeye tüm gücümle vurdum. Sarı kafa dönerek aşağıya düştü ve lavların arasında kayboldu. Yere baktım ve sarı çubukları gördüm. Hala sıcaktılar. Çantamdan metal bir kap çıkarttım ve çubukları içine koydum. Kılıcımı kınına sokup merdivenlerden çıkmaya başladım.
Bu sefer normal bir mağara girişindeydim. Yavaşça ilerledim ve garip konuşmalar duydum. Domuz sesine benzer homurdamalarla birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı. Bir taşın arkasına saklandım ve yavaşça taşın üstünden konuşanlara baktım. İki tane Pigman mağara girişinde nöbet tutuyorlardı. Başarmıştım. Dağın içindeydim.
Yerden bir taş alarak ileriye fırlattım. Taş tam istediğim gibi tok bir ses çıkarttı ve Pigmanlerin ilgisini çekti. Muhafızlar ilerledi ve sesin geldiği yöne doğru gittiler. Neyse ki o kadar da zeki değildiler. Ses çıkartmadan girişe doğru gittim ve dağın içine kurulmuş tünellerden yürümeye başladım. Mahzenleri bulacaktım.
Önümde uzanan uzun tünelden ilerlerken birkaç devriyeye rastladım. Duvar kenarlarına ve gölgelere saklandıkça beni fark edemiyorlardı. İlerlemeye devam ettim ve tünelin sonuna geldim. Tam geri dönmeyi düşünürken yanımdaki duvarda bir kol fark ettim. Kolu aşağıya indirdim ve önümde ki tünelin açılışını izledim. Mahzenleri bulmuştum.
Pigmanler geniş bir oyuk açmıştı ve içeride Stronghold’lara benzeyen yapıda bir bina vardı. Pencereleri demir şeritlerle kapatılmıştı. Etraf daha önce Carter’ın evinde gördüğüm parlayan taşlarla doluydu. Gizlenmem imkansız sayılırdı. Bazı Pigmanler ellerinde kazmalarla oyuğu genişletiyor ve bazıları da devriye geziyordu. Binaya doğru ilerledim. Ve tam sağımdan bir homurtu duydum. Bütün Pigmanler bana dönmüştü şimdi.
Kılıcımı çektim ve savaşa hazır bir biçimde pozisyon aldım. Devriyeler önümde toplanmıştı. Yaklaşık olarak on tane Pigman saymıştım. İlk önce üç tanesi üstüme doğru koşmaya başladı. Birinin göğsüne tekme attım ve merdivenlerden yuvarlanmasını sağladım. Diğerine sağlam bir yumruk geçirdim ve sersemlemesini sağladım. Bir diğerinin göğsünü kılıcımla kestim. İlk üçü yığılmıştı ve diğer Pigmanler arkadaşlarına bakıyordu. Bağırdım.
“Gelsenize !” Tepki vermediler. Hiçbiri kıpırdamadı. Binanın arkasından yüksek bir homurdama sesi geldi. İşte bu korkutucuydu. Pigmanler önümden çekilmeye başladı. Dev bir Pigman üstüme doğru geliyordu. Normal bir Pigmanin yaklaşık üç katı olmalıydı. Kılıcı devasaydı. Beni görüp savaş narası olarak düşündüğüm bir şekilde bağırdı. Üstüme koşmaya başladı.
Kılıcımı sıkı sıkı tuttum. Dev Pigman o kadar da hızlı sayılmazdı fakat güçlü olduğu belli oluyordu. Kılıcını savurdu ve altın kılıcın burnumun önünden geçişini seyrettim. Daha sonra kılıcını yukarı kaldırdı ve aşağıya doğru indirdi. Sağa doğru kendimi attım. Ve devasa altın kılıcın az önce durduğum yeri paramparça edişine tanık oldum. Bu sefer kılıcını sol tarafımdan savurdu. Kılıcımla savunmaya çalıştım ve geriye savruldum. Kılıcım kırılmıştı.
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Bölüm 9 [2]

Dev Pigman kıkırdar gibi sesler çıkartıyordu. Kılıcıma acıyarak baktım. Dev gülmeyi bıraktı ve tekrardan kılıcını savurdu. Saldırısından eğilerek sıyrıldım. Ve kılıcımdan kalanları devin suratına fırlattım. Hiçbir etki etmemişti. Bir şey olacağını da düşünmüyordum gerçi. Koştum. Dev koşmama şaşırmıştı. Ona göre fazla hızlı olmalıydım. Ayaklarının altından kayarak geçtim ve devi afallattım. Tekrar ayağa kalktım ve koşarak ölen Pigmanlerden birinin kılıcını aldım. Oldukça dandikti ve hafifti. Pek işe yarayacağını düşünmüyordum gerçi. Kılıçla saldırıya geçtim. Üzerime gelen devasa kılıçtan sıyrılarak elimde duran kılıcı devin ayağına sapladım. Dev acıyla bağırdı. Kılıcı çekmeme fırsat kalmadan hayatımda yediğim en acı verici tekmeyi yedim. Havada kaç takla attım bilmiyorum ama sonu kötüydü. Işık saçan taşlardan birine sırtımı çarptım ve acıyla bağırdım. Yere düştüm ve hareket edemeyecek şekilde kaldım. Dev üstüme yavaşça gelmeye başladı. Domuz-zombi karışımı yüzünde hiddetli bir bakış vardı. Devasa kılıcını yere bıraktı ve yumruklarını sıktı. Yüzünü yüzüme çok yakın bir şekilde yaklaştırdı. Ağzındaki salyalar ve bilmediğim birkaç sıvı üstüme dökülürken bir plan yapmaya çalışıyordum. Ve aklıma bir fikir geldi.
Devin yüzüne bir tekme geçirdim ve sendelemesini sağladım. Dev geriye doğru denge sağlamaya çalışırken çantamdan metal kutuyu çıkarttım ve içini açtım. Sarı çubukları elime aldım ve koştum. Üç tane çubuğum vardı ve yapabileceğim çok şey yoktu. Çubuklardan birini devin altından geçerek bacağına sapladım. Dev bir dizi üstüne düşerek bağırdı. Daha sonra geri döndüm ve zıplayarak bir tane de sırtına sapladım. Bu seferki oldukça acıtmış olmalıydı ki dev yere yığılmıştı. Daha sonrada devin sırtına basarak önüne geçtim. Dev son kez bana bakarken elimde duran son çubuğu kafasına geçirdim. Devasa ceset önümde duruyordu ve savaşı ben kazanmıştım. Çubukları sapladığım noktalara baktığımda çubukların etrafının sarı bir ışıkla parladığını fark ettim. Bu şeyler her neyse çok işe yarıyordu. Metal kutuyu çantama koydum ve çantamı omzuma alarak yürümeye başladım. Yerde duran başka bir kılıcı alarak binaya doğru ilerledim. Pigmanler liderlerinin öldürülmesini seyretmişlerdi ve bana bir şey yapmıyorlardı. Yanlarından geçip binaya adımımı attım. Lynda’yı kurtarmama az kalmıştı.
 

Üst