Bölüm 11
Savaş… Başlamıştı. İlk giren Pigman birliği bana dönerek garip sesler çıkarttılar. Onlara karşı savaşamazdım. Savaşacak bir kılıcım ve halim yoktu. Geride durup onların üstüme gelmesini beklemekte aptallık olurdu. Bir şeyler yapmam gerekiyordu.
Tam bu sırada ben bunları düşünürken ileride, ormanın çok ilerisinde bir ışık haznesi yükseldi. Arkamı dönerek ışığın geldiği yöne baktım. Parlak bir mor ışık yerden yükselerek gökyüzüne kadar çıkmıştı ve gittikçe büyüyordu. Pigmanler de ne olduğunu anlamak için o yöne dönmüştü. İşte bu anda içim korkuyla doldu. Parlak mor ışık belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra küçülmeye başladı ve ışığın geldiği noktadan bir karaltı yükseldi.
Karaltı gittikçe yaklaşıyordu. Beynim var gücüyle kaçmamı söylüyordu fakat vücudum cevap vermiyordu. Geldiğim yöne doğru baktım ve dev örümceğin hala orada olduğunu fark ettim. Karaltı yaklaşmaya devam ediyordu. Birkaç dakika sonra kendime gelerek örümceğe doğru ilerledim. Altı gözüyle birlikte bana bakıyor,kıkırdama sesleri çıkartıyordu. Yelerinden tutarak üstüne bindim ve aşağıya, dağdan aşağıya inmesi için komut verdim.
Dağın düz uçurumundan aşağıya hızlı bir şekilde inerken karaltının hala dağa doğru geldiğini fark ettim. Bu iki dünyanın çarpışma olayıyla ilgiliydi. Rovenn’in planı işe yaramışa benziyordu. Çünkü Endermanlerin dünyasından çıkmış olan bir yaratık şu an bu dağa doğru ilerliyordu ve buraya Pigmanlere sarılmak için geldiğini hiç düşünmüyordum.
Zemine vardık. Şimdi dört ana girişin bir tanesinin önünde duruyorduk ve muhafız Pigmanler ortada yoktu. Peki, şimdi ne yapmalıydım?
Vücudumdaki adrenalin gittikçe azalıyordu ve aldığım darbelerin acısı daha da artıyordu. Kafamda kurduğum küçük plan ters dönmüştü. Lynda yoktu. Çaresizlik bütün düşüncelerimin yerini alırken müthiş bir ses kulaklarımı doldurdu. Kendimi yere atıp kulaklarımı kapadım. Bir çeşit dalga dağı vurmuştu ve sallamıştı. Gökyüzü siyah bir gölgeyle kaplanmıştı. Orman mor alevler içinde yanmaya başlamıştı. Yerde bulunan her cisim titremeye başlamıştı. O şey her neyse gelmişti ve her şey sona ermişti. Buraya kadardı.
Yaptığım onca dövüş ve savaş beni buraya getirmişti. Şimdi Lynda’yla ormanda ilerliyordum. Güneş yaprakların arasından sızıp yolumuzu aydınlatıyordu. Lynda’ya baktım. Bana bir şeyler anlatıyordu. Belki ormanı, belki babasıyla geçirdiği bir anıyı…
Endermanler… Stronghold’un içindeydik. Rovenn bana bakarak aynı gülümser yüz ifadesiyle beni sinirlendirecek şeyler anlatıyordu.
“Büyüyle birçok şey yapabiliyorsun.” Şimdi kaçıyorduk. Madendeydik. İlerliyorduk. Terden ve çamurdan yüzü kirlenmiş Lynda’ya baktım. Beni çağırıyordu.
Carter… Lynda’nın babası Carter. Yanımda duruyordu. Stronghold’daydık. Rovenn’in yanına gidiyorduk. Carter’a seslendim.
“O kötü biri! Seni öldürecek !” Carter beni duymuyordu. Rovenn’in yanına gitti ve el sıkıştılar. Rovenn bana dönüp baktı. Gülüyordu. Fakat bu gülüşü önceden gördüğüm gibi değildi. Dostçaydı. Yüzündeki o derin yara yoktu. Daha genç gözüküyordu. Üstünde o siyah zırhtan da bulunmuyordu. Benimde elimi sıktı.
“Hoş geldin kardeşim.” Şimdi her şey kararmıştı. Yeni bir görü yoktu. Boşluktaydım. Ve birden önümde Carter belirdi. Elimden tutup beni kaldırmaya çalışıyordu.
“Oquaro! Hadi kalkmalısın. Sana ihtiyacım var!” Ayağa kalktım. Yine o Stronghold’daydık. Bana uzattığı kılıcı aldım ve soluma döndüm. Önümde bir zombi duruyordu. Ben bir şey yapmıyordum fakat vücudum kendisi hareket ediyordu. Bir anıyı yaşıyordum. Zombiye bir tekme attım ve kafasını uçurdum. Sağ tarafa bakarak Carter’ın bir Skeleton’u kılıcıyla parçalara ayırışını izledim. Tekrar soluma döndüğümde bana doğru ilerleyen bir Creeper gördüm. Tam kılıcımı kaldıracakken Creeper patlamaya hazırlanıyordu. Ve bir ateş topu Creeper’ı yakarak öldürdü. Tekrar sağa döndüm ve Carter’ın elinde tuttuğu dans eden ateş toplarını fark ettim.
“Teşekkürler dostum.” Tekrar ilerledik. Önümüz açıldığı için koşmaya başladık. Tünelin sonuna geldiğimizde Rovenn’i ilk gördüğüm yerdeydim. Büyük kapının önünde duruyorduk. Carter bana döndü.
“Onu durdurmalıyız Oquaro. Anlayabiliyor musun? Ne yapmak gerekiyorsa yapmalıyız.” Başımla onayladım ve içeri girdik. Oda büyüktü. Duvarları diğer duvarlardan farklı olarak kirli veya tozlu değildi. Ya da yosunlu değildi. Meşalelerle aydınlanıyordu. Odanın ortasında basamaklar vardı ve tavan aydınlıktı. Basamakların tepesinde Rovenn duruyordu. Bize baktı.
“Kardeşim, Carter gelin! Sonunda onu bulduk!” Carter bağırdı.
“Hayır Rovenn. Bunu yapma!” Rovenn üzülerek bize baktı.
“Neden? Neden yaptığımız bunca şeyi bir kenara fırlatalım? Kardeşim? Gel. Bana katıl ve bu dünyayı birlikte koruyalım.” Başımı olumsuzca iki yana salladım.
“Hayır Rovenn. Bunu yapmayacağız. Orada neler olduğunu bilmiyoruz ve bu çok tehlikeli. Sana zarar verecektir. O şeyi bırakmalısın.” Rovenn yerden siyah, parlak bir tablet aldı ve bana gösterdi.
“Bu… Bu kardeşim, bizi koruyacak şey. Bunu bulmak için uğraşlar verdim. Onsuz ben bir hiçim. Beni ne kadar güçlü yaptı. Göremiyor musunuz?” Delice sırıttı. “ Hiçbir yaratık bana zarar veremiyor. Ben onları kontrol ediyorum! Bununla adamızı değiştireceğiz. Dünyayı değiştireceğiz!” Tableti havaya kaldırdı. Birkaç adım yaklaştım ve elimi ona doğru uzattım.
“Rovenn. Bu delilik. O şey sana zarar veriyor. Bırak onu. Tableti bırak. Elimi tut.” Rovenn tableti hala havada tutuyordu. Bana baktı. Öfkeli bir biçimde söylendi.
“Bırakayım da onu sen kullan değil mi? Hep böyle bencil ve kıskanç oldun kardeşim. Ama bugün biz kazanacağız. Benimle misin? Carter, benimle misin?” Carter kılıcını elinden bırakmamıştı. Ben de bırakmamıştım. Carter bana baktı. Üzgündü. Tekrar Rovenn’a döndü.
“Bizi buna mecbur etme Rovenn. Bunu bize yapma.” Rovenn tekrar öfkeli bir biçimde bana baktı.
“Göremiyorsunuz. Hiçbir şeyin farkında değilsiniz. Size göstereceğim. Dünyanın bu lanet yaratıklardan nasıl temizlendiğini göstereceğim. Nether’ın ortalıktan nasıl kaldırıldığını size göstereceğim.” Tableti indirdi ve önünde duran taşın üstüne yerleştirdi.
Oda bir anda soğudu ve odanın tabanından mor ışıklar yükselmeye başladı. Rovenn çılgınca gülüyordu. Işıklar Rovenn’in üstüne yoğunlaştı ve içine çekilmeye başladı. Koşarak Rovenn’in üstüne atladım. Yere düştük. Beni üstünden attı ve kılıcını çekti. Sırıtıyordu.
“End bizi kabul etti Oquaro! Bizi! Yeni efendimiz bizi kabul etti!” Kılıcımı savurdum. Savaşmaya başladık. İkimizin hamleleri birbirini tanıyordu fakat Rovenn benden daha iyiydi. Ona karşı kendimi zorlayarak savaşıyordum. Rovenn ayaklarımı yerden keserek beni yere düşürdü ve kılıcını göğsüme dayadı. Carter bağırdı.
“Oquaro!” Carter’a dönerek seslendim.
“Carter bu bizim savaşımız. Gitmelisin.” Carter başını salladı ve o sırada Rovenn elini Carter’a doğrulttu. Bir anda parmaklarından mor ışıklar çıktı ve Carter’a çarparak ve onu fırlattı.