[Hikaye] Bazı şeyler değişmek üzere

mine5832

Ağaç Yumruklayıcı
Mesajlar
21
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
2
Puanları
0
Helal bunu bir Advanture MAP yapabilirsin.
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Oldukça zor olur çünkü fazla detay var :)
 

boytoy61

Marangoz
Mesajlar
46
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
2
Puanları
0
Jubix Süper Gidiyo Bencede Yazmak Kolay Olmasa Gerek :/ tabii ki Bu Kadar Güzel Devam Ettiriyosun Yazmakta Zor Alacak
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Hikaye yazma işini bırakmıştım. Daha doğrusu bu hikayeye ara vermiştim başka bir hikaye yazıyordum. Yeni bir bölüm yazmak geldi içimden. 3-4 bölüm sonra bitirmeyi düşünüyorum ama çok büyük bir ilham gelmesi lazım. Hehe. Neyse işte 10. bölüm. Üşenmeden okuyanlara teşekkür ediyorum. :)

Bölüm 10

Büyük yapıdan içeriye adımımı attım. Yapının girişi bir tünelden ibaretti. Duvarları oluşturan tuğlalar arasında kalmış yosunlar tünelde ilerledikçe azalıyordu. Kulağımda sürekli artan bir uğultu vardı. Tünelin sonuna geldiğimde yukarı doğru baktım.
Yukarı doğru çıkan dönen merdivenler içimde bir heyecana sebep oldu. Çünkü merdivenler dağın tepesine doğru çıkıyordu. Portalın bulunduğu yere.
Merdivenleri tırmanmaya başladım. Uzun süreceği şimdiden belliydi. İlerlemeye devam ediyordum ki aşağıdan bir ses duydum. Dönüp baktığımda daha önce karşılaşmayı hiç düşünmediğim o yaratığı gördüm. Beyaz kemikleri yukarıdan gelen hafif bir ışıkta parlıyordu ve zincirli zırhı üzerinde sesler çıkartıyordu. Bu son zamanlarda dışarıda görünmeyen o yaratıklardan biriydi. Bir Skeleton.
Sırtında ki çantasından bir ok çıkarttı ve yayını gerdi. Hızlıca birkaç basamak koşmaya çalıştım ve ok gözlerimin önündeki basamağa çarptı ve saplandı. Yaratık kıkırdar gibi bir ses çıkarttı ve ağır ağır basamakları çıkmaya başladı. Bir yandan da çantasından bir ok çıkartıyordu.
Kaçmak çare değildi. Kalıp savaşmalıydım. Ama yakınına girene kadar 3-4 ok yerim diye düşündüm. Yaratık tekrar yayını gerdi. Ölmüş bir Pigmanden aldığım kılıcı hemen çektim ve üstüme doğru gelen oktan kurtuldum. Lanet olasıca kılıç hafif çatlamıştı. Başka şansımın kalmadığını düşünerek koşmaya başladım. Skeleton’a göre fazla hızlı olmalıydım çünkü oldukça arkamda kalmıştı. Sonra bunun saçma olduğunu düşündüm. Benimle oyun oynuyor olmalıydı.
Yeterince basamak çıktığımı düşününce durup dinlenmeye çalıştım. Ve aşağıdan gelen o sesi duydum. Bu bir ıslık sesiydi. Ne olduğunu kestirene kadar Skeleton yanımda belirmişti. Ve bu sefer yalnız değildi.
Üstüne bindiği örümcek sayesinde basamakları hızlıca tırmanmıştı ve aradaki farkı çok kısa bir sürede kapatmıştı. Örümceği bineği gibi kullanıyordu ve üstünde ki dengesi çok iyiydi. Tekrar okuna davrandı fakat bu sefer ben daha hızlıydım. Basamaklardan aşağıya doğru, Skeleton’a doğru koştum. Zıplayım göğsüne bir tekme attım. Örümcek bana bir şey yapmıyordu. Nedenini anlamıştım. Sadece Skeleton’un emirlerine karşılık veriyordu. Ve Skeleton emir veremeden onu örümceğin üstünden atmıştım. Belki de sadece binek olarak kullanılan bir örümcekti. Skeleton merdivenlerden takır tukur yuvarlandı fakat bir anda iki ayaküstünde durarak okunu fırlattı. Ciddileşmişe benziyordu. Ok omzumun üstündeki duvara saplandı. Önceki savaşlarımdan zaten yara almıştım. Bunun üstüne bir ok yarası eklenirse sorunum büyüyebilirdi. Bu işi çabuk halletmeliydim.
Şimdi Skeleton silindir biçimli merdivenlerin karşı tarafındaydı. Ve oradan çok iyi hedef alınabilirdim. Önümde dev bir örümcek durduğu için basamakları kullanamazdım. Geriye bir tek atlamak kalıyordu. Örümceğe bir bakış attım ve onun bir sorun olmayacağını düşündüm. Sadece duruyordu. Skeleton’a baktığımda tekrardan okuna davrandığını fark ettim ve ona doğru zıpladım. Skeleton okunu fırlatmıştı. Kılıcımı aşağıdan yan tutarak savurdum. Kılıç parçalandı fakat savunmam başarılıydı. Ok parçalanan kılıçtan sekerek başka bir yere saplandı ve ben kırık bir kılıçla Skeleton’a doğru uçuyordum.
Yakın dövüşte o kadar iyi olmadıkları belliydi. Tek yapmam gereken onu tutup merdiven boşluğuna fırlatmak oldu. Bu iş görecekti. Basamakları tırmanmaya devam ettim ve örümcekle tekrar karşılaştım. Altı gözünü birden bana dikmiş bakıyordu. Ve aklıma güzel bir fikir getirdi.
Zirveye varmıştım. Örümceğin üstünden inerek çıkışa doğru ilerledim. Dışarısı bir dağın tepesi olmasına rağmen sıcaktı ve aşağıda bütün orman gözükebiliyordu. Dağın tepesi Nether’ın etkisiyle değişmeye başlamıştı. Yavaş yavaş akan lavlar dağın tüm şeklini değiştirmişti. Nether taşları portaldan içeri doğru girmiş ve normal taşların yerini almıştı. Portalın arkasından büyük bir duman yükseliyordu. Devasa portala baktım ve ilerledim. Eğer Lynda Nether’daysa acele etmem gerekirdi. Ve o sırada geç kaldığımın farkına vardım. Zırhlı bir Pigman portaldan içeri adım attı. Etrafına bakarak havayı kokladı ve eliyle bir hareket yaptı. Zamanla arkasından gelmeye başlayan kırmızı zırhlı Pigmanlerde onun yaptığı gibi etrafı süzdüler. Daha sonra hepsi bana baktı. Kılıçlarını çektiler ve arka taraftan elinde bir çeşit borazan tutan bir Pigman çıktı. Var gücüyle borazanı üfledi. Acı bir ses tüm ormanda yankılandı. Nether hazırlıklarını tamamlamış ve Dünya’ya ilk adımını atmıştı. Savaş… Başlamıştı.
 

JeeKi

Zombi Katili
Mesajlar
190
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
57
Puanları
730
Sonu çok merak uyandırdı.Bakalım.
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Bölüm 11

Savaş… Başlamıştı. İlk giren Pigman birliği bana dönerek garip sesler çıkarttılar. Onlara karşı savaşamazdım. Savaşacak bir kılıcım ve halim yoktu. Geride durup onların üstüme gelmesini beklemekte aptallık olurdu. Bir şeyler yapmam gerekiyordu.
Tam bu sırada ben bunları düşünürken ileride, ormanın çok ilerisinde bir ışık haznesi yükseldi. Arkamı dönerek ışığın geldiği yöne baktım. Parlak bir mor ışık yerden yükselerek gökyüzüne kadar çıkmıştı ve gittikçe büyüyordu. Pigmanler de ne olduğunu anlamak için o yöne dönmüştü. İşte bu anda içim korkuyla doldu. Parlak mor ışık belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra küçülmeye başladı ve ışığın geldiği noktadan bir karaltı yükseldi.
Karaltı gittikçe yaklaşıyordu. Beynim var gücüyle kaçmamı söylüyordu fakat vücudum cevap vermiyordu. Geldiğim yöne doğru baktım ve dev örümceğin hala orada olduğunu fark ettim. Karaltı yaklaşmaya devam ediyordu. Birkaç dakika sonra kendime gelerek örümceğe doğru ilerledim. Altı gözüyle birlikte bana bakıyor,kıkırdama sesleri çıkartıyordu. Yelerinden tutarak üstüne bindim ve aşağıya, dağdan aşağıya inmesi için komut verdim.
Dağın düz uçurumundan aşağıya hızlı bir şekilde inerken karaltının hala dağa doğru geldiğini fark ettim. Bu iki dünyanın çarpışma olayıyla ilgiliydi. Rovenn’in planı işe yaramışa benziyordu. Çünkü Endermanlerin dünyasından çıkmış olan bir yaratık şu an bu dağa doğru ilerliyordu ve buraya Pigmanlere sarılmak için geldiğini hiç düşünmüyordum.
Zemine vardık. Şimdi dört ana girişin bir tanesinin önünde duruyorduk ve muhafız Pigmanler ortada yoktu. Peki, şimdi ne yapmalıydım?
Vücudumdaki adrenalin gittikçe azalıyordu ve aldığım darbelerin acısı daha da artıyordu. Kafamda kurduğum küçük plan ters dönmüştü. Lynda yoktu. Çaresizlik bütün düşüncelerimin yerini alırken müthiş bir ses kulaklarımı doldurdu. Kendimi yere atıp kulaklarımı kapadım. Bir çeşit dalga dağı vurmuştu ve sallamıştı. Gökyüzü siyah bir gölgeyle kaplanmıştı. Orman mor alevler içinde yanmaya başlamıştı. Yerde bulunan her cisim titremeye başlamıştı. O şey her neyse gelmişti ve her şey sona ermişti. Buraya kadardı.
Yaptığım onca dövüş ve savaş beni buraya getirmişti. Şimdi Lynda’yla ormanda ilerliyordum. Güneş yaprakların arasından sızıp yolumuzu aydınlatıyordu. Lynda’ya baktım. Bana bir şeyler anlatıyordu. Belki ormanı, belki babasıyla geçirdiği bir anıyı…
Endermanler… Stronghold’un içindeydik. Rovenn bana bakarak aynı gülümser yüz ifadesiyle beni sinirlendirecek şeyler anlatıyordu.
“Büyüyle birçok şey yapabiliyorsun.” Şimdi kaçıyorduk. Madendeydik. İlerliyorduk. Terden ve çamurdan yüzü kirlenmiş Lynda’ya baktım. Beni çağırıyordu.
Carter… Lynda’nın babası Carter. Yanımda duruyordu. Stronghold’daydık. Rovenn’in yanına gidiyorduk. Carter’a seslendim.
“O kötü biri! Seni öldürecek !” Carter beni duymuyordu. Rovenn’in yanına gitti ve el sıkıştılar. Rovenn bana dönüp baktı. Gülüyordu. Fakat bu gülüşü önceden gördüğüm gibi değildi. Dostçaydı. Yüzündeki o derin yara yoktu. Daha genç gözüküyordu. Üstünde o siyah zırhtan da bulunmuyordu. Benimde elimi sıktı.
“Hoş geldin kardeşim.” Şimdi her şey kararmıştı. Yeni bir görü yoktu. Boşluktaydım. Ve birden önümde Carter belirdi. Elimden tutup beni kaldırmaya çalışıyordu.
“Oquaro! Hadi kalkmalısın. Sana ihtiyacım var!” Ayağa kalktım. Yine o Stronghold’daydık. Bana uzattığı kılıcı aldım ve soluma döndüm. Önümde bir zombi duruyordu. Ben bir şey yapmıyordum fakat vücudum kendisi hareket ediyordu. Bir anıyı yaşıyordum. Zombiye bir tekme attım ve kafasını uçurdum. Sağ tarafa bakarak Carter’ın bir Skeleton’u kılıcıyla parçalara ayırışını izledim. Tekrar soluma döndüğümde bana doğru ilerleyen bir Creeper gördüm. Tam kılıcımı kaldıracakken Creeper patlamaya hazırlanıyordu. Ve bir ateş topu Creeper’ı yakarak öldürdü. Tekrar sağa döndüm ve Carter’ın elinde tuttuğu dans eden ateş toplarını fark ettim.
“Teşekkürler dostum.” Tekrar ilerledik. Önümüz açıldığı için koşmaya başladık. Tünelin sonuna geldiğimizde Rovenn’i ilk gördüğüm yerdeydim. Büyük kapının önünde duruyorduk. Carter bana döndü.
“Onu durdurmalıyız Oquaro. Anlayabiliyor musun? Ne yapmak gerekiyorsa yapmalıyız.” Başımla onayladım ve içeri girdik. Oda büyüktü. Duvarları diğer duvarlardan farklı olarak kirli veya tozlu değildi. Ya da yosunlu değildi. Meşalelerle aydınlanıyordu. Odanın ortasında basamaklar vardı ve tavan aydınlıktı. Basamakların tepesinde Rovenn duruyordu. Bize baktı.
“Kardeşim, Carter gelin! Sonunda onu bulduk!” Carter bağırdı.
“Hayır Rovenn. Bunu yapma!” Rovenn üzülerek bize baktı.
“Neden? Neden yaptığımız bunca şeyi bir kenara fırlatalım? Kardeşim? Gel. Bana katıl ve bu dünyayı birlikte koruyalım.” Başımı olumsuzca iki yana salladım.
“Hayır Rovenn. Bunu yapmayacağız. Orada neler olduğunu bilmiyoruz ve bu çok tehlikeli. Sana zarar verecektir. O şeyi bırakmalısın.” Rovenn yerden siyah, parlak bir tablet aldı ve bana gösterdi.
“Bu… Bu kardeşim, bizi koruyacak şey. Bunu bulmak için uğraşlar verdim. Onsuz ben bir hiçim. Beni ne kadar güçlü yaptı. Göremiyor musunuz?” Delice sırıttı. “ Hiçbir yaratık bana zarar veremiyor. Ben onları kontrol ediyorum! Bununla adamızı değiştireceğiz. Dünyayı değiştireceğiz!” Tableti havaya kaldırdı. Birkaç adım yaklaştım ve elimi ona doğru uzattım.
“Rovenn. Bu delilik. O şey sana zarar veriyor. Bırak onu. Tableti bırak. Elimi tut.” Rovenn tableti hala havada tutuyordu. Bana baktı. Öfkeli bir biçimde söylendi.
“Bırakayım da onu sen kullan değil mi? Hep böyle bencil ve kıskanç oldun kardeşim. Ama bugün biz kazanacağız. Benimle misin? Carter, benimle misin?” Carter kılıcını elinden bırakmamıştı. Ben de bırakmamıştım. Carter bana baktı. Üzgündü. Tekrar Rovenn’a döndü.
“Bizi buna mecbur etme Rovenn. Bunu bize yapma.” Rovenn tekrar öfkeli bir biçimde bana baktı.
“Göremiyorsunuz. Hiçbir şeyin farkında değilsiniz. Size göstereceğim. Dünyanın bu lanet yaratıklardan nasıl temizlendiğini göstereceğim. Nether’ın ortalıktan nasıl kaldırıldığını size göstereceğim.” Tableti indirdi ve önünde duran taşın üstüne yerleştirdi.
Oda bir anda soğudu ve odanın tabanından mor ışıklar yükselmeye başladı. Rovenn çılgınca gülüyordu. Işıklar Rovenn’in üstüne yoğunlaştı ve içine çekilmeye başladı. Koşarak Rovenn’in üstüne atladım. Yere düştük. Beni üstünden attı ve kılıcını çekti. Sırıtıyordu.
“End bizi kabul etti Oquaro! Bizi! Yeni efendimiz bizi kabul etti!” Kılıcımı savurdum. Savaşmaya başladık. İkimizin hamleleri birbirini tanıyordu fakat Rovenn benden daha iyiydi. Ona karşı kendimi zorlayarak savaşıyordum. Rovenn ayaklarımı yerden keserek beni yere düşürdü ve kılıcını göğsüme dayadı. Carter bağırdı.
“Oquaro!” Carter’a dönerek seslendim.
“Carter bu bizim savaşımız. Gitmelisin.” Carter başını salladı ve o sırada Rovenn elini Carter’a doğrulttu. Bir anda parmaklarından mor ışıklar çıktı ve Carter’a çarparak ve onu fırlattı.
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Bölüm 11 [2]

“Hayır!” Öfkelenmiştim. Rovenn’in kılıcını elimle tuttum ve Rovenn’a baktım. Hala sırıtıyordu ve bundan zevk alıyordu. Elimin acısını önemsemeden ayağa kalktım ve Rovenn’ın göğsüne bir tekme atarak kılıcımı yüzüne savurdum.
Rovenn elini yüzüne götürerek bana baktı. Yüzünde ağlamaklı bir ifade vardı şimdi.
“Nasıl bu duruma geldik kardeşim? Nasıl?” Tekrar öfkelendi. “Bunu ödeyeceksin değersiz insan!”
Kılıcını savurdu ve saldırısını karşıladım. Bu şekilde savaşmaya devam ettik ve bu sefer bastıran taraf bendim. Basamakları çıkıyorduk ve son basamağa gelmiştik. Bir hamlede Rovenn’ın elindeki kılıcı fırlattım ve tam kılıcımı saplayacakken durdum. Rovenn’ın yüzüne baktım. Yüzü kanlar içindeydi ve bana bakıyordu. Ellerini iki yana açtı.
“Evet. Buraya kadar geldik. Ve buradan sonrası… Efendimizin boyutuna gidiyor.” Arkasını dönerek baktı. Tabletin arkasında büyük bir portal vardı. Yatay bir şekilde duruyordu. İçi karanlıktı ve mor kıvılcımlar çıkartıyordu. Rovenn konuşmaya devam etti.
“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Onu duyabiliyorum kardeşim. Onu duyuyorum. Geliyorlar. Hepsi değil ama birçoğu geliyor kardeşim. Şimdilik.” Şimdi ağlıyordum. Korktuğum için değil kardeşim için ağlıyordum. Onu kaybedeceğim için ağlıyordum. Rovenn ise bana gülümsüyordu.
Şimdi tekrar karanlıktaydım. Bu sefer kulaklarımda bir ses yankılanıyordu.
“Oquaro! Kalk! Kalkmalısın! Lütfen!”
Gözlerimi yavaşça açtım. Dağın altındaydım. Dört girişten bir tanesinin önünde duruyordum. Dağın tepesinden aşağıya bir şeylerin düştüğünü duyuyordum. Siyah saçlı bir kız bana bakıyordu. Ağlıyordu. Siyah gözlerini bana dikmişti. Yüzü kirliydi. Tek bir şey diyebildim.
“Lynda…”
 

Jubix

Marangoz
Mesajlar
44
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
36
Puanları
0
Bölüm 12

Lynda…”
Taşındığımı hissediyordum. Sallana sallana ilerliyordum. Gözlerimi hafifçe açtım. Ormandaydık. Eskisi gibi yaprakların arasından süzüler güneş ışıkları, gözleri yakan bir yeşil yoktu. Eskisi gibi hayvanlar yoktu. Sessizdi. Sadece yanan ateşlerin sesi vardı. Ağaçlar yanıyordu. Mor bir alev altında…
Kafamı arkaya çevirdiğimde üstünden dumanlar tüten dağı gördüm. Portal buradan gözükmüyordu ama karınca gibi aşağıya düşen Pigmanleri fark etmemek elde değildi. Nether’ın ateşleri arasına Mor alevler karışmıştı şimdi. Daha fazla dayanamadan tekrar gözlerimi kapadım.
“Oquaro! İyi misin?”
Gözlerimi açtım. Yumuşak bir yatağa uzanmış yatıyordum. Aldığım yaralar acımıyordu. Hepsi sarılmıştı. Duvarları demirle kaplanmış bir odadaydım. Carter’ın evindeki gizli yere benziyordu. Ve ya Lynda’nın yaşadığı yerdeki alt kat bölümüne. Duvardaki resmi gördüm ve buranın Carter’ın evi olduğunu anladım.
Lynda başımda duruyordu. Bana bakıyordu.
“İyi misin?” Şimdi kendime gelmiştim. Rüya falan değildi bu. Ya da bir görü değildi. Doğruldum.
“Seni bulmak için çok çabaladım. Neredeydin?” Lynda gülümsüyordu şimdi.
“Endişelenme. Ben iyiyim. Senin bizi kurtarmak için dağın içine girdiğin sırada Pigmanlerde bir hareketlilik oldu. Güvenliği arttırdılar. Fakat sonrasında bazı Pigmanler kaçmaya başlayınca boş durmadım ve köylülerden eli silah tutabilenleri toplayıp bir ayaklanma başlattım. Bu şekilde kurtulabildik zindanlardan.” Pigmanlerin kaçmalarının sebebi Lider olarak atadıkları dev Pigman’in ölmüş olmasındandı herhalde.
“Burada böyle duramayız. Hemen bir şeyler yapmalıyız.” Lynda beni durdurdu ve odanın diğer tarafını gösterdi. Kafasıyla işaret etti ve sarı saçlı bir kız yanımıza geldi. Üzerinde deriden yapılmış olduğu belli bir zırh vardı. Sırtında bir yay taşıyordu.
“Merhaba efendim. Sizin hakkınızda çok şey duydum. Adım Glow.” Elini sıktım. Lynda bu sefer başka birini çağırdı. Demir zırh giymiş, iki tane taştan yapılmış kılıç taşıyan siyah saçlı bir çocuk geldi bu seferde. En fazla 20 yaşındaydı.
“Selam. Ben Eduan. Yanan köylerden biri de benim köyümdür. Tanıştığımıza memnun oldum.” Karamsar bir yüz ifadesi takındı ve geri çekildi. Lynda tekrar birini çağırdı. Bu sefer gelen kişi iri yapılıydı. Sırtında büyük bir kılıç taşıyordu ve kurt postundan yapılmış bir pelerini vardı. Beni buraya taşıyan o olmalıydı. Elimi güçlü bir şekilde sıktı.
“Efendim. Adım Fuador. Köylerden birinde demirci olarak çalışıyordum. Şu lanet ateşler saçan herif gelene kadar. Daha önce dövüşmüşlüğüm vardır. Bazı savaş taktiklerini iyi bilirim. Bu nedenle iyi anlaşabiliriz diye düşünüyorum. Nede olsa siz yüce bir savaşçısınız.” Elimi adamın elinden zor kurtardım. Herkes bana bakıyordu. Bir şeyler demem gerekiyormuş gibi hissettim. Bana güveniyorlardı ve yardımıma ihtiyaçları vardı.
“Pekala… Öncelikle beni nereden tanıdığınızı ve ya kendimin tam olarak kim olduğunu bilmiyorum. Bunu belirtmek isterim.” Kendi aralarında fısıldaştılar. “Fakat şu anda bunun için vaktimiz yok. Bildiğiniz üzere Nether dünyaya girişini tamamladı. Öte yandan ‘End’ adını verdiğimiz Enderman güçleri de dünyada. Pigmanler bir lidere sahip olmadan bir şey yapamazlar. Liderlerinin kim olduğunu yakında öğreniriz. Şu an önceliğimiz Rovenn’in ordusudur. Ve o dev şey.” Şimdi tamamen sessizlik hâkimdi. Lynda’ya döndüm.
“Diğer köylüler nerede?”
“Maalesef birçoğu katledildi.” Gruptaki herkesin yakınları ve sevdikleri vardı ve onları kaybetmişlerdi.
“Fakat yaşayanlar da var. Hayatta kalanlar daha önceleri babamın kurduğu bir yerdeler. Bir sığınak. Buraya çok yakın bir köyün altına kuruldu ve dikkat çeken hiçbir yanı yok.” Başımla onayladım.
“Orada güvende olacaklardır. Umarım.” Şimdi aklımda kurduğum plana geçtim. Ayağa kalktım ve masaya ilerledim.
“Endermanler suya karşı dayanıksızlar. Su derilerini yakıyor ve kaçmalarına sebep oluyor. Bu çok işimize yarayacak.” Kağıtla bir plan çizip Lynda’ya uzattım.
“Bir su tuzağı. Endermanlerin evin yakınına girmesine engel olacak. Bunu sığınağın bulunduğu yere yapamayız çünkü fark edilirse köylüler tehlikede olurlar.” Lynda başıyla onayladı.
“Pekala bunu yapabilecek biri lazım. Köylülerin yanına gidip birini bulabilirim.” Kapıya doğru ilerledi. Durdu ve döndü.
“Oquaro. Hepimiz sana güveniyoruz.” Gülümsedim fakat bu neşeli bir gülümseme değildi. Savaştaydık ve sorumluluğum çok büyüktü. Bu sorumluluğu yüklenebilecek kadar güçlü müydüm bilemiyordum.
“Fuador.” İri cüsseli adam bir adım öne çıktı. Devam ettim.
“Kılıçlara su dökeceğiz. Endermanlere tek bir kılıç darbesi yeterli olmayacaktır.” Fuador başıyla onaylayıp odadan çıktı.
“Glow.” Sarı saçlı kız bir adım ileri çıktı. Ayağa kalkıp Carter’ın dolabına ilerledim. Alt çekmeceyi açıp içinden küçük tüpler çıkarttım. Ve kıza uzattım.
“İçlerine su doldur ve tüpleri oklarına bağla. Böylece Endermanlere karşı iyi bir silahın olmuş olacak.” Glow başıyla onayladı ve tüpleri aldı. Oklara bağlamak için üst kata çıktı. Şimdi odada sadece Eduan ve ben kalmıştık. Sırtını duvara yaslamış yere bakıyordu.
“Eduan.” Kafasını kaldırmadan bana doğru baktı. Sahip olduğu taş kılıçları gösterdim.
“Onlar sana yeterli olmaya bilir.” Köşeye yaklaştım ve dolabı ittirdim. Çıkan butona bastım ve duvarın açılmasını seyrettim. Burada uzun bir süre kalmıştım ve evin bilmediğim hiçbir yeri yoktu. Açılan ekstra odaya ilerledim ve içeriden iki tane demir kılıç aldım. Eduan’a uzattım.
“Bunlar ise iş görür.” Çocuk şaşırmıştı. Kılıçları aldı ve taş kılıçları bıraktı. Üst kata çıktım ve herkesin hazır olduğunu gördüm.
“Yanınıza matara alın ve dolu olduğundan emin olun.” Lynda yanıma yaklaştı.
“Tuzağı yapabilecek birini buldum.”

Tüm gece çalışmıştık ve tuzak hazırdı. Güneş ileriden gözüktüğü sıralarda aşağıya inip yeni bir kılıç aldım. Zırhımı giydim ve düşünmeye başladım. Gördüğüm şeyleri, tableti, Carter’ı hatta Rovenn’i. Bunlardan Lynda’ya bahsetmeyi düşünmüyordum. Belki kurtulabilirsek olabilirdi.
Tam bu sırada Lynda geldi ve beni yukarı çağırdı. Yukarı çıktığım camdan karşımızdaki dağa baktım. Geliyorlardı. Yüzlerce Enderman karınca sürüsü gibi dağdan aşağıya iniyordu. Kılıcımı çekip bir su fıçısının içine daldırdım. Gruptaki diğerleri de aynısını yaptılar. Sonra kapıya doğru ilerledim ve kapının yanında duran kolu indirdim.
 

Üst